Türkiye sinemasının kült işlerinden ‘Güneşin Oğlu’, yıllar sonra bu kez sahnede karşımıza çıkıyor. Onur Ünlü imzalı aynı adlı film, Zorlu PSM prodüksiyonu olarak tiyatroya uyarlandı. Yönetmen koltuğunda Onur Ünlü ile Nagihan Gürkan’ı görüyoruz. Fikri Şemsigil’in ‘mucize’ arayışını, ruhunun başkalarının bedenlerine girip çıktığı o tuhaf ve komik dünyayı bu kez sahnede izliyoruz. İbrahim Selim, Deniz Celiloğlu, İlayda Alişan, Beyti Engin, Ali Yoğurtcuoğlu, Zeynep Kankonde, Efekan Can, Sergen Özdemir, Ilgaz Kaya ve Selin Beliz Şahan’dan oluşan kalabalık kadro, bugün ilk gösterimle Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde. Sezon boyunca da sahnede olacak.
Biz de oyunun yaratıcısı Onur Ünlü, Fikri Bey’e sahnede yeniden hayat veren İbrahim Selim ve oyunun genç kuşak temsilcilerinden İlayda Alişan’la bir araya geldik. Filmin sahneye uyarlanma sürecini, Güneşin Oğlu evreninin bugünle kurduğu bağı, prova odasındaki enerjiyi ve bu absürt-mizahi dünyanın onlar için ne ifade ettiğini konuştuk.
Onur Bey, Güneşin Oğlu’nu ‘Fantastik mavra’ diye tanımlıyorsunuz. Bu oyundaki absürtlükle gündelik hayatın absürtlüğü arasında nasıl bir mesafe var?
ONUR ÜNLÜ: Günlük hayatın kendisi bütün sanat eserlerinden daha absürt. Eser, hayatın kendi absürditesini mekanik bir hale getirir. Dünyada olmak kendi başına saçmasapan bir şey. Sanat hayattan daha absürt değil.
Sinemadan sahneye uyarlanırken zaman da değişti. 2008’den 2025’e, ülke de ruh hali de değişti. Bu doğrultuda metinde güncellemeler yapıldı mı?
O.Ü.: Ülke aynı ülke değil ama insan her zaman aynı insan. Film, ülkeyle değil insanla ilgiliydi. Herhangi bir ülkede de geçebilirdi. Yine herhangi bir ülkede geçiyor.
Siz ne dersiniz, 2008’de bir adamın ömrünü bir mucize bekleyerek geçirmesi daha masum bir hikayeydi belki. 2025 Türkiye’sinde, bu ‘mucize bekleme’ hali sizce daha mı karanlık, daha mı komik?
İBRAHİM SELİM: Bana göre 2025’te artık mucize beklenen değil yaratılan bir şey, her birimiz kendi ufak evrenlerimizde kendimize ait mucizeleri yaratmayı öğrendik, öğreniyoruz. Akıl sağlığımızı global karanlıktan korumanın en iyi yolu bu sanırım.
İLAYDA ALİŞAN: Bence artık daha karamsar bir hal içinde olduğumuz için mucizeye dair inancımız da azaldı. Dolayısıyla, mucize bekleme hali bence daha karanlık.
Ne kadar şanslıyım dedim

Sizler filmi ilk izlediğinizde aklınızda kalan sahne, geride bıraktığı his ne olmuştu?
İ.S.: Yıllar önceydi, çok heyecanlanmıştım, sadece hikayeyi anlatarak minimum efekt kullanımıyla fantastik bir film izlemek muhteşem gelmişti.
İ.A.: Finaldeki bank sahnesi. Bu kadar hareketli bir filmin o sahnede seyirciyi dinlendirmesi bana iyi hissettiriyor.
İlayda Hanım sizin ilk tiyatro projeniz. Bu kadar farklı kuşaklardan, farklı deneyimlerden oyuncuyla aynı sahneyi paylaşıyorsunuz. Sahnede sizi en çok şaşırtan, “İyi ki buradayım” dedirten an hangisiydi?
İ.A.: Her an; çünkü herkesin enerjisi çok tuttu. Bazen prova esnasında kendimize dışarıdan bakıp, ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum.
Bu oyuna dahil olduğunuzda, önce yönetmenin dünyası mı sizi çekti, yoksa metnin absürtlüğü mü?
İ.A.: İkisi de. Bu oyunu okuduğumda, yapmamak gibi bir lüksüm olmadığına inandım.
Onur Ünlü ile tiyatroda çalışmak nasıl bir deneyim oldu?
İ.A.: Günün birinde Onur Ünlü ile çalışacağımı hayal etmezdim açıkçası. Böyle bir şans beni bulduğu için kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum. Onur Hoca hem çok zeki, hem çok yaratıcı. Ondan bir sürü şey öğrenmiş olmak ve daha da öğrenecek olmak bence genç bir oyuncunun başına gelebilecek en güzel deneyimlerden biri. Diğer yönetmenim Nagihan Hoca ise, bana tiyatro dünyasını öğretti diyebilirim. Alıştığım kamera önü oyunculuğunun reflekslerini yıkmama yardımcı oldu. Her anlamda, Güneşin Oğlu benim kendi sınırlarımı zorladığım bir proje. Her zaman kalbimde kocaman bir yeri olacak.
İ.S.: Onur’la vakit geçirmek hep çok eğlenceli. Hem Onur hem de Nagihan bize muhteşem iki dış göz oldular, yeri gelmişken onlara da bir teşekkür edeyim: Teşekkürler.
Ruhu bedenler arasında gezen bir karakter. Oyuncu olarak bu rolde sizin için en büyük meydan okuma neydi?
İ.S.: Farklı ruhlarda farklı gestuslar olmalı mı olmamalı mı konusunu çok değerlendirdik diyebilirim.
Seyircinin gözünde “aynı ruhu” korurken, bedeni, tavrı, ritmi sürekli değiştirmek nasıl bir hazırlık gerektirdi?
İ.S.: Yoğun ama aynı, herhangi bir işe nasıl hazırlanıyorsak aslında öyle diyebilirim, ama çok eğlenceli…
Son on yılda Türkiye’de tiyatroya giden seyirci profili belirgin şekilde değişti. Güneşin Oğlu’nda performansınızı özellikle yeni jenerasyonun algısına göre ayarladığınız bir yer oldu mu?
İ.S: Jenerasyona göre performans ayarlama demezdim buna, tiyatro canlı bir performans sanatı olduğu için her daim zamanın ritmine uyumlanır, dolayısıyla özel bir şey yapmadık ama bugünün zamanlaması ve algısıyla çalıştık.
Dinamik bir oyun yaptık
Onur Bey, yakın zamanda bir sinema yönetmeninin hazırladığı oyunun süresi epey uzundu ve tiyatroya tam anlamıyla adapte olamamıştı, yine ekranlar ve aynalarla kendine güvenli alanlar yarattığını gördük. Süre dengesini nasıl kurdunuz? Ara olmadan devam etmesinin bir nedeni var mı?
O.Ü.: Bizim hikayemiz hızlı bir hikaye. Vereceğimiz bir ara, seyirciyi bağlamdan kopartabilirdi. Biz de ara vermek yerine tıkır tıkır işleyen dinamik bir oyun yapmaya çalıştık. Sinemanın olanaklarından herhangi birisini de kullanmadık. Çünkü tiyatro yapıyoruz.
Nagihan Gürkan ile çalışmak, yapıma neler kattı?
O.Ü.: Kendi başıma olsaydım yapamazdım.
Güneşin Oğlu’nun yapısında, “bu aslında hep tiyatroya aitmiş” dediğiniz sahneler, anlar var mı?
İ.S: Tamamı aslında diyebilirim, ne desem spoiler olur!
O.Ü.: Sanıldığının aksine tiyatroyla sinema birbirine elma ve koltuk kadar benzer. Tamamen bambaşka formlar. Anlayabildiğim kadarıyla tiyatronun olanaklarını kullanmaya çalıştım ama daha çok Nagihan Gürkan çalıştı.
