Bazı sanatçılar vardır; eserlerinde yalnızca bir form yaratmaz, aynı zamanda insanın özüne, ortak hafızasına dokunur. Lorenzo Quinn, sanatın insan ruhuna dokunan evrensel bir dil olduğuna inanan bir heykeltıraş.
1966 yılında Roma’da doğan sanatçı, ünlü aktör Anthony Quinn’in oğlu. Sanat, daha çocukluk yıllarında hayatının ayrılmaz bir parçasıydı; ancak bireysel yolculuğuna çıkarken babasının gölgesinden sıyrılıp kendi sesini bulmayı seçti. New York Üniversitesi’nde güzel sanatlar eğitimi aldıktan sonra heykellerinde insan deneyimini evrensel bir samimiyetle anlatmaya başladı. Onun heykellerinde sık sık karşımıza çıkan eller, hepimize insanın sonsuz potansiyelini ve sorumluluğunu hatırlatıyor. Çünkü eller; inşa ediyor, yıkıyor, koruyor ve kucaklıyor… Quinn, bu zıtlıkları ustalıkla işlerken, bize hep aynı yalın mesajı veriyor: İnsan olmak, birbirine el uzatmaktır. Sadece malzeme ustalığıyla değil, taşıdığı değerlerle de öne çıkan sanatçının eserleri; sevgi, umut, birliktelik ve dayanışma gibi evrensel kavramların temsili niteliğinde. Quinn’in sanatında güncel kaygıların, politik çatışmaların ötesinde bir derinlik, bir “zaman ötesi hikâye” var: İnsan kalabilmenin ve empatiyle var olabilmenin hikâyesi.
Onun eserlerine bakarken, sadece sanatın değil, insan olmanın ne kadar güçlü, ne kadar hassas bir deneyim olduğunu hatırlıyorsunuz…Venedik Bienali’nde “Onur Sanatçısı” olarak defalarca yer alan Quinn, şimdi de İstanbul’daki sanatseverlerle bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde gerçekleştirilmemiş özel bir sergiyle buluşuyor. Dünya çapında en iyi 20 galeri arasında gösterilen Miart Gallery London, İstanbul’daki iki yeni galerisinin açılışını Quinn’in solo sergisiyle gerçekleştiriyor.
“Sevgi, umut ve dayanışma, her zaman en güçlü sanat eserlerimizdir” diyen Lorenzo Quinn ile açılış öncesinde bir araya geldik:
İstanbul’daki ilk serginiz... Sanatınızı İstanbul gibi tarihi bir şehre taşımak sizin için ne anlama geliyor? Miart Gallery ile iş birliğiniz nasıl gerçekleşti?
İstanbul’u seviyorum. İstanbul’a ziyaret amaçlı çok kez geldim. Miart Gallery London’ın sahibi ve kurucusu İrem Deniz bana İstanbul’da galeri açmak istediğini söylediğinde gerçekten çok sevindim. Yaklaşık iki-üç yıldır bu sergi için hazırlanıyoruz. Aslında oğlum beni İrem’le tanıştırdı. Oğlum Londra’da yaşıyor ve ondan Miart’ı bulmasını istedim. Çalışmalarımız sonuç verdi. İstanbul çok değerli bir galeri kazandı. Galerinin ilk sergisini gerçekleştiriyor olmak benim için büyük bir gurur.
İstanbul serginizden bahsedelim… İstanbullu sanatseverlerle paylaşmak istediğiniz mesajlar neler? İstanbul’a özel eserler yer alıyor mu sergide?
İstanbul sergisi, iki boyutlu eserlerimin yer aldığı ilk sergi olacak. Genellikle heykellerimi sergiliyorum. Resimlerim ise daha nadirdir. İstanbul’a Fingerprints (Parmak İzleri) ve Aura serisini getirdik. Fingerprints serisi oldukça eğlenceli ve bana çok keyif veriyor. Heykeller ve projeler arasında kalan vakitlerde yaptığım eserler bunlar. Bazılarını sipariş üzerine yapıyorum. İnsanlar bana parmak izlerini veriyorlar. İstanbul’a getirdiğim bir diğer eser ise kendi kanımla çizdiğim bir eser. COVID-19 zamanında kan bağışında bulunmak istemiştim, ama bir ilaç aldığım için kan veremeyeceğimi söylediler. Ben de kan boşa gitmesin diye, kanımla bir resim yaptım. Eğer bu eser satılırsa, elde ettiğim geliri Sınır Tanımayan Doktorlar’a bağışlayacağım.
HEYKELLERİMİN ÇIKIŞ NOKTASI EDEBİYAT
Heykellerinize başlamadan önce şiir yazıyorsunuz? Kelimelerin sizin için önemi nedir?
Evet, heykellerimin yola çıkış noktası edebiyat aslında. Bir heykel yapmaya başlamadan önce, o heykele adanmış şiirlerden oluşan bir kitap yazarım. Seul’de sergi açıldığında, boş kaideler ve şiirler sergilenmişti. Bakan kurdeleyi kestiğinde içeride bir sessizlik oldu. Ben bile bu duruma en çok şaşıranlardan biriydim. Herkes muhtemelen beni kavramsal bir heykeltıraş zannetti. Ziyaretçiler şiirleri okuyarak heykelleri kafalarında hayal etmek zorunda kaldı. İster istemez herkes birer heykeltıraşa dönüştü. Sanat sadece dekoratif bir unsur değil. Bunun çok daha ötesini ifade ediyor. Sanatın, izleyiciyle duygusal bir bağ kurması gerektiğine inanıyorum.
Sanatınız derinlemesine kişisel, ama aynı zamanda evrensel bir his veriyor. Sanatı özellikle insanlık ve gezegen hakkında bir mesaj iletme aracı olarak kullanma tutkunuz nasıl başladı?
Ben bir sanatçıyım ve sanatımı kullanarak insanlarla iletişim kuruyorum, etkileşimde bulunuyorum. Bir çöl yaratmak, bir kum tanesi ile başlar. Bir okyanus yaratmak, bir damla su ile… Bir insanı değiştirerek, zincir etkisi yaratmanın mümkün olabileceğini ümit ediyorum. Sanat, geçmiş zamanlarda çok büyük bir güce sahipti. Picasso’nun Guernica’sı, Goya’nın eserleri… Çok fazla örnek verebilirim. Bu sanatçılar insanları etkilediler ve ben de bunu yapmaya devam etmek istiyorum.
Eller, eserlerinizde tekrar eden bir motif. Sizce neden eller sanatta bu kadar güçlü bir iletişim aracı?
Elleri çok kullanıyorum çünkü bu evrensel bir dil. Jestler herkesin anlayabileceği evrensel işaretlerdir: Açlık, yardım çağrısı ya da birisiyle selamlaşma gibi. Bu işaret dili çeviri gerektirmez. Dili bilmeseniz bile, jestlerle temel iletişiminizi sağlayabilirsiniz. Özellikle de kamusal sanat eserleri üretirken, bu çok önemli. Bu eserler, halk için üretiliyor. Herkes için üretiliyor. Ve sokakta yürüyen herkes, müzeye giden biri ya da bir sanat uzmanı değil. Dolayısıyla herkesle konuşabiliyor olmanız gerekiyor. Her dinden, her dilden insanla iletişim kurabilmeniz gerekiyor. Bir el heykeline baktığınızda, hangi ırktan olduğunu anlayamazsınız. Resimde ten renginden anlaşılır, ama heykelde böyle bir ayrım yoktur. Bu da bizi birleştirir.
Bu nedenle mi, eserlerinizin geleneksel galeriler yerine kamusal, görünür alanlara yerleştirilmesini tercih ediyorsunuz?
Evet, ama tabi ki bu çok daha zor. Kurumların, şehrin sizi desteklemesi gerekiyor. Ama başardığınızda da çok büyük bir değer yaratmış oluyorsunuz.
Dünyanın çok farklı şehirlerinde eserleriniz var. Bugün, bir eser yerleştirmeyi en çok isteyeceğiniz şehir hangisi olurdu?
Kamusal sanat eserlerini destekleyen, duygusal olarak bağım olan şehirleri tercih ederim. Örneğin Mayıs ayında Roma’da bir heykelim sergilenecek. Abu Dabi’de yaşıyorum. Orada da kamusal alanda heykelimi sergilemek isterim. Öte yandan, savaşların devam ettiği şehirlere gitmek isterim.
“Bu dünyada çok fazla nefret var” diyorsunuz. Heykelleriniz aracılığıyla gelecek nesillere bir mesaj gönderecek olsanız, bu ne olurdu?
Eğer Dünya’ya ay yüzeyinden bakarsanız, sınırları ve insanları göremezsiniz. Dünya küçücük bir yer. Bu yüzden her şeye farklı açılardan bakmaya çalışıyorum. Bugün bize çok önemli gelen şeyler, gezegenimizdeki iklim değişikliği veya uzaydan gelebilecek bir meteor tehdidiyle karşılaştırıldığında, aslında hiç önemli değil. Sonuçta meteor hangi ülkeden olduğunuzu umursamaz. Benim için tüm insanlar tek bir insan ırkını temsil ediyor. Biz sanat alanında çalışanlar, insanların iç dünyasıyla çalışıyoruz ve kalplerde sevgiyi artırmaya ve yaymaya çalışıyoruz. Sonrasında ne olacaksa olur. Ben bu prensiple yaşıyorum. Üç çocuk babasıyım. Onların ve onların çocuklarının dünyası için endişeliyim. Bu yüzden eserlerimin çoğu insanları bir araya getirmekle ilgili, sonuçta derimizin altında hepimiz aynıyız.

İREM DENİZ / MIART GALLERY LONDON KURUCUSU: “Sanat sadece bir sektör değil, bir toplumun gelişmişlik göstergesidir”
Uluslararası sanat danışmanı İrem Deniz tarafından 2020 yılında kurulan Miart Gallery London, 2024 yılında World Art Awards tarafından Birleşik Krallık’ın En İyi Galerisi seçildi ve dünya çapında en iyi 20 galeri arasında yer aldı. 2025 yılında ise 21 ülkede yılın Galerisi seçildi. Şimdi de Four Seasons Residences Etiler ve Four Seasons Hotel Bosphorus’ta açılacak iki yeni galeri ile İstanbul’u uluslararası sanat sahnesinde daha güçlü bir konuma taşımayı hedefliyor. Miart Gallery London’ın sahibi ve kurucusu İrem Deniz, Lorenzo Quinn’in eserlerinin dünyada en çok takip edildiği ikinci şehrin İstanbul olduğunu söylerken, sanatçının farklı disiplinlerden eserlerinin aynı anda hiçbir yerde sergilenmediğini ve İstanbul’daki açılış için iki yıldır özel olarak 80 parçalık bir koleksiyon hazırlandığını belirtiyor.
İrem Deniz’in Türkiye’deki genç sanatçılar için çok önemli bir sürprizi de var. Sözü kendisine bırakalım:
“Miart Galeri olarak pop-up sergiler düzenlemediklerini ve hep uzun soluklu, ciddi seçkiler sunduk. Bu yaklaşım, bugün geldiğimiz noktaya ulaşmamızda belirleyici oldu. Önemli farklarımızdan biri de sanat komitemiz. Sergilerimizi ve sanatçılarımızı, alanında çok deneyimli isimlerden oluşan bağımsız bir sanat komitesi ile belirliyoruz. Komitemizin başkanlığını, Sotheby's Müzayede Evi’nin Uzak Doğu modern sanat uzmanı yapıyor. Bu yapı, koleksiyonerlere ve sanat dünyasına karşı şeffaf ve kaliteli bir duruş sergilememizi sağladı. İlk sergimizi Wolfgang Steeler ile açtık ve bu sergi Londra’da büyük ilgi uyandırdı. Daha sonra tanınmış ve genç sanatçılarla çalışmaya devam ettik. Türk sanatçılara da özellikle yer verdik. Örneğin, dünyaca ünlü sanatçı Banksy ile açtığımız solo sergi çok ses getirdi. O sergiyle aynı anda Banksy'nin bir eseri müzayedede 1,1 milyon pound'dan 18,6 milyon pound'a satıldı. Bu tesadüf, sergimize de büyük bir ilgi doğurdu.”
ESER DOĞRU SUNULUNCA MİLLİYET FARK ETMİYOR
Bu başarıların ardından, Türk sanatçılarına yer verdikleri ‘Beyond Borders’ sergi serisini başlattılarını kaydeden İrem Deniz, şöyle devam ediyor: “Gelen yoğun talep üzerine ikinci edisyonu da düzenledik ve böylece Türk sanatçılara Londra'da ciddi bir görünürlük kazandırdık. Hatta o dönemde şöyle bir şey de oldu: Bir koleksiyoner geldi, dedi ki "Ben Türk sanatçılarla ilgilenmiyorum." Ama biz ona sergiyi gezdirdik, eserleri anlattık. Sonra iki eser satın aldı. Yani bu da gösteriyor ki aslında doğru sanatçıyı, doğru eseri doğru şekilde sunduğunuzda kimlik, milliyet gibi şeyler ikinci planda kalıyor. Sanatın evrenselliği orada kendini gösteriyor. Şu anda Londra’da adımız duyulduğunda insanlar, ‘Miart Galeri çok kaliteli işler yapıyor” diyor.”
GENÇLER İÇİNDE PROJELER YOLDA
İyi bir sanat eğitimi alsalar da, mezun olduktan sonra yeterli pratik tecrübeye sahip olmadıkları için sanat sektöründe iş bulmakta zorlanan gençler için de projeleri olduğunu aktaran Deniz, “2021 yılında eğitim programını hayata geçirdik. Yılda toplam 12 genç bu programdan faydalanabiliyor. Program tamamen ücretsiz. Programımızın önemli bir özelliği de, ağırlıklı olarak kız çocuklarına öncelik tanımamız. Çünkü sanat sektörü dışarıdan kadınlara açık gibi görünse de, işin içine girildiğinde erkek egemen bir yapı olduğu görülüyor. Şimdi aynı modeli Türkiye'de de uygulamaya hazırlanıyoruz. İlk eğitim programımızı da 2025 sonbaharında başlatmayı planlıyoruz. Amacımız sadece ‘sanat tarihi nedir, sanat akımları nelerdir’ gibi teorik bilgiler vermek değil. Gerçekten bir galerinin günlük işleyişi nedir, bir sergi nasıl hazırlanır, bir sanatçı nasıl temsil edilir, koleksiyoncu ile nasıl ilişki kurulur, bunların hepsini pratiğe dökebilecekleri bir ortam sağlamak istiyoruz” diyor.