Tahminlerinizle başlayalım: Geri dönüp baktığımızda turnuvaya dair aklınızda ne kalacak sizce? Bu sezonun hikayesi ne olacak?
Bence hikâye Yannick Sinner ve Carlos Alcaraz üzerinde dönecek… Önümüzdeki birkaç Grand Slam turnuvasında onlar üzerine odaklanacağız. En az 15 Grand Slam finalinde karşılaşacak iki oyuncudan söz ediyoruz. Bu kadar iyiler. Ve şu anda herkesten çok daha iyiler. Dolayısıyla bence hikâye, Yannick Sinner’ın Carlos Alcaraz’a karşı finale çıkıp çıkamayacağı ve Fransız Açık’ta gördüğümüz gibi bir başka muhteşem maçı izleyip izlemeyeceğimiz olacak. En azından bu turnuvanın hikâyesi bu. Ve büyük ihtimalle önümüzdeki yılın bir kısmına kadar da öyle olacak.
Yannick Sinner ve Carlos Alcaraz’ın dönemi ile “Büyük Üçlü” dönemi arasında nasıl bir kıyaslama yaparsınız?
Bence Federer ve Nadal’ı geçmek çok zor. Roger Federer ile Rafael Nadal arasındaki rekabet olağanüstüydü, çünkü oyun tarzları arasında çok büyük bir kontrast vardı. Federer kortta çok sessiz, çok ağırbaşlı, adeta bir centilmen gibi tenis oynuyordu. Nadal ise tam bir savaşçıydı. Dolayısıyla korttaki kişiliklerin kontrastı ve teknik tarzların kontrastı, Sinner ile Alcaraz arasındaki kontrasttan çok daha büyüktü. Eğer Sinner ve Alcaraz, Fransa Açık’ta olduğu gibi finaller oynamaya devam ederlerse, evet, Federer ve Nadal’dan daha yüksek bir seviyeye ulaşmaları mümkün olabilir. Tenisin geleceği parlak.
Bu ikilinin arasına, Djokovic’in bir dönem Federer ve Nadal’ın yanına katılması gibi biri girebilir mi?
Bence Ben Shelton’ın bu ikilinin arasına katılma şansı çok yüksek. Djokovic’in rolünü üstlenebilir, çünkü güçlü servisiyle ve solak olmasıyla oyun tarzı çok etkili. Şu anda bu isim Ben Shelton. Ama aynı zamanda Jakub Menšík de var. Çok iyi bir oyunu var ve onun biraz daha istikrarlı hale gelmesini bekliyorum. Sinner ve Alcaraz’dan birkaç yaş daha küçük, o yüzden ona biraz sabırlı davranmalıyız, ama onda da gerekli oyun var. Ben Shelton’ın ise Sinner ve Alcaraz’ı zorlayabilecek oyun gücü kesinlikle var.

Novak Djokovic’in kazanma şansı var mı? Yoksa bunun için Sinner ve Alcaraz’a bir şey olması mı gerekiyor?
Novak tarihin en iyi sert kort oyuncularından biri. Sinner de öyle olmaya başladı, Alcaraz da öyle. Dolayısıyla evet. En azından ikisinden birine bir şey olması gerekiyor. Çünkü önce Sinner’ı yenmek, ardından Alcaraz’ı yenmek ve belki öncesinde Jack Draper gibi birini de geçmek… Bu, herhangi bir oyuncu için çok zor. Adınız Novak Djokovic olsa bile. Bu yüzden bence biraz yardıma ihtiyacı var. Çok değil, ama kuradan gelecek küçük bir yardımla bu iki büyük isimden birini devre dışı bırakacak bir oyuncu işini kolaylaştırır.
Bu senenin turnuvasında ilgi çeken olaylardan biri Venus Williams’ın geri dönüşü… Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence Venus Williams bir wildcard (özel davet) istiyorsa, almalı. Eğer maç kazanmaya geliyorsa tabii. Ben bitmiş, artık ilgi göstermeyen oyunculara wildcard verilmesinden pek hoşlanmam. Ama Venus bence hâlâ harika bir savaşçı. Kendine şu anda da, en iyi dönemindeyken yaptığı kadar baskı uyguluyor olmalı. Eğer durum buysa, onun geri dönmeye çalışmasını seviyorum. İnsanlara sadece 30’larının sonuna kadar değil, aslında 40’larında da oynayabileceğini göstermeye çalışıyor. Bence bunu kanıtlayabilirse, bu diğer sporcular için de yolu açar ve harika olur.
Iga Swiatek’in turnuvadaki şansını sormak istiyorum. Cincinnati’yi kazandı. Sizce bu turnuvayı da alabilir mi?
Ben de aslında aynı şeyi 1988’de yapmıştım. Tecrübeyle söylüyorum: Cincinnati’yi kazanmak inanılmaz bir özgüven artışı sağlıyor. Çünkü artık US Open öncesinde maç kaybetmiyorsunuz. Erkekler için bu büyük fark yaratıyor, çünkü beş setlik maçlar oynanıyor. Kadınlar için durum biraz farklı; iki set üzerinden oynandığı ve tempoları daha hızlı olduğu için, US Open’da bir saat içinde bir set geriye düşebilir ve ikinci sette de servis kırdırabilirsiniz. Yani kadınlar için işlerin çok daha hızlı ilerlemesi, Cincinnati’den gelen özgüveni taşımayı zorlaştırıyor. Ama yine de US Open öncesinde Cincinnati’yi kazanmak çok önemli. Tarihe bakarsanız, Cincinnati’de başarılı olan oyuncuların çoğu US Open’da da başarılı olmuştur.
Siz hem toprakta hem de sert kortta zafer kazandınız. Bugünün oyuncularının birden fazla zeminde ustalaşması sizce ne kadar önemli?
Bence çok kritik. Tenis oyuncusu olmanın en önemli yanı, herhangi bir zeminde, herhangi bir rakibe karşı kazanabileceğini hissetmek. Büyük Üçlü bize bunun mümkün olduğunu gösterene kadar böyle bir şey yoktu. John McEnroe hiçbir zaman Fransa Açık kazanmadı. Boris Becker hiçbir zaman Fransa Açık kazanmadı. Stefan Edberg hiçbir zaman Fransa Açık kazanmadı. Ivan Lendl Wimbledon kazanamadı. Ben de Wimbledon kazanamadım. Ama birdenbire Federer, Nadal ve Djokovic geldi ve bize şunu gösterdiler: “Her şeyi yapabilirsiniz.” Bu yüzden oyuncuların tek bir zemine uzmanlaşmak yerine tüm Grand Slam’lerde kazanabilecek kadar eksiksiz bir oyun geliştirmeleri çok önemli. Elbette bir zeminde diğerine göre daha iyi olabilirler ama sadece o zemine bağımlı olmamalılar. Gereken şey bu: Her zeminde, her Grand Slam’de kazanabilecek kadar eksiksiz olmak.
Sizin Amerika Açık’taki en çılgın hikâyeniz nedir?
Aslında benim oynadığım dönemde biraz farklıydı, çünkü uçaklar tam kafanızın üzerinden geçiyordu ve topa vurulduğunu bile duyamıyordunuz. Sanırım benim için US Open’ın en çılgın tarafı buydu: Bazen uçak o kadar gürültülü oluyordu ki puanlar arasında bir dakikadan fazla beklemek zorunda kalıyordunuz. Bugün Amerika Açık çok değişti. Artık çılgın bir yer değil.
Günümüz oyuncularıyla sizin döneminiz arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?
Bizim zamanımızda teknoloji bu kadar gelişmiş değildi, raketler bugünkü kadar güçlü değildi. Oyun daha çok sabır, taktik ve topun ritmi üzerine kuruluydu. Şimdi ise fiziksel güç, hız ve agresif vuruşlar çok daha fazla öne çıkıyor. Ama bence hâlâ işin özünde aynı şey var: kortta rakibinden daha dayanıklı ve akıllı olmak.
“Amerika Açık zaferlerime geri dönüp baktığımda en çok aklımda kalan şey, o anların duygusal yoğunluğu. 1988’de finalde Ivan Lendl’i yenmek hayatımın dönüm noktalarından biriydi. O maç, sadece bir tenis karşılaşması değil; zihinsel dayanıklılığın, taktiksel zekânın ve fiziksel gücün birleşimi gibiydi. Bugün bile o anı düşündüğümde kalbim hızla çarpıyor.-Mats Wilander”
Amerika Açık Turnuvası’nı Mats Wilander’in yorumlarıyla Eurosport’tan takip edebilirsiniz.