Markaların ‘Back to School’, ‘Back to Work’ kampanyalarıyla karşıladığı Eylül ayı, aslında sadece takvim yapraklarında bir değişim değildir. Hepimiz için hayatın kaçınılmaz geri dönüşlerinin habercisidir.
Ve biliyoruz ki, hiçbir dönüş kolay değildir. Çünkü her dönüş, belirsizliğin kapımızı çaldığını hatırlatır.
Daha dün güneşin altında hangi plajda uzanacağımızı düşünürken, bugün yapılacaklar listesi masanın üstüne yığılır. Bir gün önce çocuğumuzla havuza girmek için geri sayarken, ertesi gün okul hazırlıklarının telaşı ve işyerinde üst üste biriken görevler omzumuza yüklenir.
Tatilden döndüğünüz ilk sabah bilgisayarın ekran ışığı yanar yanmaz yüzlerce e-posta belirir. Takvim hatırlatmaları, acil notlar, müşteri talepleri… Ve daha ilk dakikada zihinde yankılanan sorular:
“Acaba bıraktığım sorunlar büyümüş müdür? “Hedeflerime ulaşabilecek miyim?” “Patronum yokluğumu hissetmiş midir?” “Müşterilerim ne durumda acaba?”
Ya tatilde geride kaldıysam, tempoya ayak uyduramazsam?
İşte o anda stres, kaygı ve huzursuzluk bir gölge gibi üzerimize çöker. Çünkü geri dönüş, sadece işe ya da okula değil; aynı zamanda belirsizliklere dönüş demektir. Üstelik bu belirsizlik, ekonomik sıkıntılar, global dalgalanmalar ve artan baskılarla daha da ağırlaşır. Zaman zaman kaygıya, hayal kırıklığına, hatta umutsuzluğa sürüklenmemiz; korkuların bizi adım atmaktan alıkoyması bundandır. İşte bu noktada elimizde olan tek şey olup bitenlere bakış açımızı değiştirmektir.
Korku, hayal gücünün yön verilmemiş halidir; zihinde sürekli “olası en kötü senaryoyu” canlandırmaktır. İnanç ise hayal gücünün “daha yüce bir amaca” ya da olumlu bir sonuca yönlendirilmiş şeklidir.
Korku, zihnin karanlık bir atölyede en kötü senaryonun resmini çizmesidir. İnanç ise, o atölyenin perdelerini aralayıp içeri bir ışık hüzmesi sızdırmak ve o ışıkta, güzel bir geleceğin taslağını oluşturmaktır.
Özünde korku da inanç da zihinde kurulan senaryolardır. Ancak inanç, henüz göremesen bile, karanlık tünelin ucunda ışık olduğunu bilmek ve onun varlığına güvenmeyi seçmektir. Sarsılmaz bir inanç olduğu zaman zor zamanlar, güçlü insanlar yaratır.
Belirsizlikler dolayısıyla depresyona girmek yerine zor zamanların iyi bir öğretmen olduğunu kabul etmelidir insan. Bu farkındalık üç şey kazandırır:
- Ne kadar güçlü olduğunu kavrarsın. Dibe vurduktan sonra ayağa kalkmayı başarabildiğinde sandığından çok daha dayanıklı olduğunu fark edersin.
- Gerçek dostlarını tanırsın. Fırtınada yanında kalanlar, sessizce omzuna dokunanlar… Onlar senin gerçek yol arkadaşlarındır. Diğerleri zor zamanları görür görmez korkuya kapılırlar, senden uzaklaşırlar.
- Sonraki zorluklar için bağışıklık kazanırsın. Her kriz, seni bir sonrakine hazırlayan bir aşı gibidir. Her mücadele, sırada gelebilecek sıkıntıların etkisini hafifletir.
Çözüm, sihirli bir formülde değil, yola devam etme cesaretindedir. Belirsizliğin ilacı, harekete geçmektir. Çünkü pusula, ancak adım attığında yönünü bulur.
O yolda insana güç veren, kendinden daha büyük bir amaca hizmet etme gayesidir. Kimi zaman bu amaç ailedir, kimi zaman yaratıcıya duyulan bağlılık, kimi zaman da içinde bulunduğun topluluktur. İşte o zaman belirsizlik, tüketen bir yük olmaktan çıkar; büyüten, derinleştiren bir öğretmene dönüşür.
Hayat, fırtınanın geçmesini beklediğimizde değil; fırtınanın tam ortasında fırsat yaratabildiğimizde anlam kazanır. Yağmurun altında ıslanmayı göze alıp dans edebildiğimizde ise gerçekten yaşanmaya değer olur.
Gelecek, belirsizliğin içinde saklıdır ve onu şekillendiren, bizim bakış açımızdır.