Türkiye’nin harika çocuğundan bir mektup var. Arda Güler yazmış.
Bu bir başarı hikâyesi değil yalnızca. Umutsuzluğu normalleştiren, hayalleri küçümseyen, çocuklara "olmaz" demeyi alışkanlık haline getiren düzene karşı yazılmış bir çağrı… Umut aşılamak için… Hayal kurmayı sağlamak için… Toplumu sarmalayan mutsuzluk sendromuna başkaldırmak için... Diyor ki mektubunun girişinde:
“Bir futbol ülkesi olarak geleceğimiz hakkında çok düşünüyorum. Yolculuğumun bazılarınıza ilham vereceğini ve Türkiye’deki kız ve erkek çocuklarına, her şeyin mümkün olabileceğini gösterebilmesini umuyorum.” Ankara’da, bir apartman dairesinin birinci katında başlamış Arda’nın hikâyesi. Ne varlıklı bir ailenin çocuğuydu ne de futbolcu bir babanın oğlu. Maddi yoksunlukla büyüdü. Babası iflas etmişti. Ancak pes etmeye niyeti yoktu. Çünkü onun sırtını dayadığı başka bir güç vardı: Kendine ve yeteneğine inanıyordu. Mektubunda “Futboldan daha önemli sadece iki şey vardır” diyor:
“Allah ve aile.”
Ailesinin fedakârlığını görüyor, onu yalnız bırakmamak için evlerini satıp İstanbul’a taşınmalarını unutmuyordu. Bu yüzden sadece kendisi için değil onların refahı için de çok çalışıyordu. Verdiği her pasın, attığı her golün bir anlamı vardı. Mektubunun sonunda şöyle yazıyor Arda:
“Türk futbolunun büyük umudu olduğumu biliyorum, ama tek olmak istemiyorum. Herkesin önünü açmak istiyorum.”
Arda’nın mektubunu bugüne kadar elde ettiği başarı ile birçok şehir efsanesine meydan okuyan bir örnek konumunda olduğu için önemsiyorum. “Yapabilirsiniz!” demenin, “Korkmayın!” demenin en sahici halini yansıttığını düşünüyorum.
Yıllardır kulağımıza fısıldanan o karamsar cümlelere başkaldırıdır bu mektup:
“Türkiye’de genç oyuncu yetiştirmek için olanaklar yetersiz.”
“Türk oyuncuların eğitim ve görgü seviyesi düşük olduğu için başarısız oluyorlar.”
“Yurtdışında doğsaydın olurdu, burada imkânsız.”
“Hayal kurma, gerçekçi ol.”
“Torpilin yoksa başarılı olamazsın.”
“Bizden bir şey olmaz.”
Arda, kendine inanmanın, potansiyeli keşfetmenin, harekete geçmenin önemine dikkat çekiyor. Kalıcı bir dönüşüm yaratmak için dört temel unsurun birlikte çalışması gerekir: İnanç, potansiyel, eylem ve sonuç.
Bu dört unsur bir masanın ayakları gibidir. Biri eksik olduğunda masa sallanır, denge bozulur ve istenen başarıya ulaşılamaz.
- İnanç, her şeyin temelidir. Kendi gücüne ve hedeflerine ulaşabileceğine olan inanç olmadan hiçbir şey başlatılamaz. Bu inancı inşa etmek için kişinin kendine söylediği sözleri değiştirmesi, olumsuz olan iç sesini değiştirmesi ve zihnini olumluya odaklaması gerekir. Arda’nın mektubunda vurguladığı gibi kullandığımız dili değiştirmeliyiz. Yıllardır kendimizi sınırladığımız o cümleleri terk etmeliyiz:
“Olmaz, yapılamaz, imkânsız…” yerine “Hayal kur, çalış, risk al. Yol uzun ama yürümeye değer” demeliyiz.
- Her insanın bir potansiyeli yani kullanılmaya hazır yeteneği vardır. Ama bu potansiyel, yalnızca fark edildiğinde ve üzerine gidildiğine bir güce dönüşür.
- Eylem, inanç ve potansiyelin doğal sonucudur. Bir hedefe inanıyorsan ve içindeki potansiyelin farkındaysan, harekete geçmen gerekir.
- Sonuçlar bu sürecin bir getirisidir. Elde edilen sonuçlar, ya inancını pekiştirir ve daha büyük adımlara teşvik eder ya da eksikleri görüp yeni bir yol çizmeni sağlar.
Gerçek ve kalıcı bir değişim için bu dört ayak birlikte çalışmalıdır. Daha fazla inanç, daha fazla potansiyeli kullanmaya, daha fazla eyleme geçmeye, daha fazla sonuç elde etmeye iter. Sonuçlar sayesinde kendine inancın artar.
Arda Güler, inanan bir çocuğun hikayesidir. Kendine inandıkça potansiyelini fark eden, eyleme geçen… Sonuçlar elde ettikçe büyüyen… Ve şimdi dönüp diyor ki bize:
“Ben yaptıysam, siz de yapabilirsiniz.”
Yeter ki kendinize inanın. Çünkü “Bizden bir şey olur.”