Latin Amerika edebiyatının yaşayan efsanelerinden Isabel Allende, her romanında kişisel tarihinin izlerini sürerken insan ruhunun en derin çatlaklarına ışık tutmayı sürdürüyor. Onunla yaptığım 4’üncü söyleşi, öncekilerden daha yoğun, daha kırılgan ve daha çıplak bir yüzleşmeye dönüştü. Çünkü ‘Maya’nın Günlüğü’, yalnızca genç bir kızın suç, bağımlılık ve sürgünle sınanan hikâyesi değil; Allende’nin kendi aile geçmişine kazınmış kayıpların da yankısı. Röportaj boyunca Allende, Maya karakterinin ardında yatan acı gerçekleri hiç saklamadan paylaştı. Üvey çocuklarının trajedileri, şiddetin ve bağımlılığın aile içindeki yıkıcı izleri, göçün insan ruhundaki etkisi… Tüm bunlar romanın omurgasını oluşturan ağır ve dönüştürücü temalar. Ama aynı zamanda umut da var: Güçlü büyükanneler, dayanıklılık, yeniden doğuş ihtimali ve insanın en karanlık anından çıkabilme mucizesi. Allende’nin dünyası, tıpkı Maya’nın yolculuğu gibi, gerçek hayatın acılarıyla edebiyatın şifasını bir araya getiren bir alan. Türkiye’ye duyduğu özel sevgiyi her zaman dile getiren yazar, romanını Hafta okurları için anlattı.
Maya’nın Günlüğü, kişisel çöküşten yeniden yapılanmaya uzanan bir yolculuğu anlatıyor. Maya’nın sesi, diğer karakterlerinizden daha genç, daha kırılgan ve zaman zaman öfkeli. Maya’yı yazmanın en zorlayıcı yönü neydi?
Ne yazık ki, Maya karakteri için bir modelim vardı. Üvey kızım uyuşturucu bağımlısıydı ve kitapta Maya’nın yaşadığı neredeyse her şeyi yaşadı. Onun için kurtuluş yoktu; hayatta kalamadı. Bu romanı, onu düşünerek, bir tür arınma ayini gibi yazdım. Eğer onun hikâyesini yazarsam, ailede bir daha böyle bir şey olmayacağını düşündüm. Bu çok büyülü bir düşünceydi.
Cehennemden çıkma mucizesi
Roman boyunca Maya, hem fiziksel hem de içsel yer değiştirmeyi deneyimliyor. Sizce göç, bir insanın kimliğini nasıl yeniden şekillendiriyor? Kendi sürgün deneyiminiz, yeni bir ülkede hayatta kalmak için mücadele eden Maya gibi genç bir karakter hakkında yazmanızı ne ölçüde etkiledi?
Elbette, göç bir insanın hayatını şekillendirir! Yerinden edilmek, insanı içsel güç ve direnç bulmaya, uyum sağlamaya ve mümkünse başarılı olmaya zorlar. Ama bence bu hikâyenin ana teması bu değil. Bence kitap, cehenneme iniş ve oradan çıkmanın mucizesiyle ilgili. Maya, yardım almadan bunu başaramazdı. Onun güçlü bir büyükannesi vardı ve Chiloé’de arkadaşlar buldu. Her türlü riski alan, sonuçlarına katlanan, gerekli dersleri öğrenen ve kurtuluşu bulan çılgın bir genç kızdı. Keşke üvey kızım da Maya gibi hayatta kalabilseydi.
Maya’nın suç dünyası, uyuşturucu bağımlılığı ve istismarla karşılaşması, modern şehirlerin karanlık yüzü hakkında çarpıcı bir anlatı sunuyor. Bunları yazarken hangi gerçeklerden yola çıktınız?
Kitapta anlatılan olaylara uzun yıllar boyunca çok yakındım. Üç üvey çocuğum da uyuşturucu bağımlısıydı, toplumun kıyılarında yaşıyorlardı, sürekli hapse girip çıkıyorlardı, evsiz ve hastaydılar. Onların sefil hayatlarına tanık olmak yıkıcıydı. Hepsi genç yaşta öldü. Ayrıca mafya, Las Vegas’taki yeraltı suç dünyası ve birkaç kez ziyaret ettiğim Chiloé adası hakkında da araştırmalar yaptım.
Romanlarınızda kadınlar inanılmaz derecede güçlü olarak karşımıza çıkıyor. Maya gibi kadınlar çoğu zaman kendi kaderlerini yeniden şekillendiriyorlar. Bu durum, yaşam felsefenizle nasıl örtüşüyor?
Bence sınanana kadar ne kadar güçlü olduğumuzu bilemeyiz. Bu durum hem kadınlar hem erkekler için aynı. Bu güçlülük hâli yapıtlarımda sürekli işlediğim temalardan. İnsanların hayatta kalma yeteneğine hayranım. Misyonu kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesi olan vakfım aracılığıyla yazdıklarıma ilham veren inanılmaz hikâyeler ediniyorum.
Darbe hayatımı değiştirdi
Maya’nın Günlüğü, dolaylı olarak Pinochet Dönemi’nde yaratılan kültürel ve ailevi kopuşları da çağrıştırıyor. Sürgün, aile kaybı ve şiddet eserlerinizde sık sık karşımıza çıkıyor. Sizce o dönemin travması Şili toplumunu etkilemeye devam ediyor mu ve Pinochet diktatörlüğünün izleri bugün yazılarınızda nasıl yankı buluyor?
Şili’deki askerî darbe hayatımı tamamen değiştirdi. Sürgün deneyimi olmasaydı bugün yazar olabileceğimi sanmıyorum. Ayrıca Şili toplumunu da değiştirdi ve bazı izleri bugüne kadar kaldı. Pinochet’nin mirası ülkede hâlâ varlığını sürdürüyor. Diktatörlüğü destekleyen siyasi güçler hâlâ varlığını koruyor. Örneğin, mevcut başkanlık seçimlerinde kazanan kişi Pinochet’nin bir takipçisi olan aşırı sağcı bir aday olabilir.
2022’de ‘Denizin Uzun Taçyaprağı’ adlı romanınızı konuştuğumuzda, “Kaçmak, dünyadaki milyonlarca insanın kaderidir. Evlerindeki konfordan ayrılmak zorunda olmayanlar için anlaması çok zor bir sorundur” demiştiniz. Bu düşünce Maya’nın Günlüğü’nde nasıl yankı buluyor?
Açıkçası, Maya’nın kendini “yerinden edilmiş” olarak gördüğünü sanmıyorum. Sonunda ailesine ve ülkesine dönebileceğini biliyor, dünyadaki çoğu mülteci gibi sonsuza dek uzakta kalmaya zorlanmıyor.
Son olarak, sizi seven ve kitaplarınızı ilgiyle takip eden Türkiye’deki okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
Ailem 60’lı yılların başlarında Türkiye’de diplomatlık yapmış ve ülkeye âşık olmuşlardı. Ben de Türkiye'yi ilk ziyaret ettiğimde aynı duyguyu yaşadım ve o zamandan beri sadece İstanbul’a değil, kırsal kesime, Ankara’ya, Kapadokya’ya da geri döndüm ve kıyı boyunca yelken açtım. Büyüleyici bir kültür. Birçok klasik ve modern olağanüstü Türk yazar varken bazı okuyucuların kitaplarımı da seçmesine özellikle minnettarım.