Yavuz (Mert Turak) tarafından verilen garip bir ilan ve başvurduğu işin ne olduğunu bilmeden görüşmeye giden Yasemin (Aslıhan Malbora)… Sonrası mı? Akıl oyunlarıyla dolu, kimi zaman kahkahaya kimi zaman hüzne boğan ve sonunda şaşırtan sürprizli bir oyun…
Ferhat Ergün’ün yazar, dramaturgu ve yönetmenliğini üstlendiği ‘Eşyanın Tabiatı’ oyunu ile ilgili olarak verebileceğim bilgi maalesef bununla sınırlı. “Ben keyifle izledim” demek dışında yazacağım her şey spoiler olabilir. Mert Turak ve Aslıhan Malbora ile sohbet ederken Yavuz ve Yasemin’den biraz bahsetmelerini istediğimde her iki oyuncunun da “Ne desek spoiler olur?” diyerek soruma yanıt vermekten kaçınmalarını da oyunu izleyince daha iyi anladım. Hikayeyi detaylıca anlatamasak da hem kendisine çok uzun gelen 4 yıllık aradan sonra ‘er meydanı’na dönen Mert Turak’ın hem de ilk kez tiyatro izleyiciyle buluşan Aslıhan Malbora’nın ‘Eşyanın Tabiatı’, oyunculuk ve tiyatroya dair anlatacak çok şeyi var tabii…
Oyun metni elinize geldiğinde sizi bu hikayede çeken, “Evet, bunu oynamalıyım” dedirten şey neydi?
ASLIHAN MALBORA: Benim elime bir metin geldiğinde okurken sayfaları heyecanla, hızlı hızlı çeviriyorsam ve hikayenin sonunda da güzel bir şaşırtmaca varsa “Tamam” diyorum. Eşyanın Tabiatı’nın hikayesi de öyleydi. Çok keyifle okudum ve sürprizli bir oyun. Şahane de insanlarla birlikte olunca…
MERT TURAK: Oyunun nasıl ele alındığı önemli. Dünya var olduğundan beri Hollywood senaryolarından izlediğimiz her şey Shakespeare’in Romeo ve Juliet hikayesi… Ama önemli olan bu klişelerin nasıl işlendiği. Bide iz bırakan işler de böyle oluyor. Tekstin çarpıcı ve etkileyici olması aktör olarak sizi bir yerden yakalıyor. Benim içimde lastik top oluyor Aslıhan’da sayfaları hızlı hızlı çevirme... Genelde bu şaşmaz: Bir oyuncu “Bu işte oynamalıyım” diyorsa bunlar doğru sinyallerdir.
Bize biraz oyunda canlandırdığınız karakterler Yavuz ve Yasemin’i anlatır mısınız?
A.M.: Oyun o kadar sürprizli ki biz ne desek spoiler olur. Oyunun büyüsünü bozabiliriz.
M.T.: Keşke, “Oyunda bir doktoru oynuyorum, Latince terimler öğrendim. Dansçıyı oynuyorum, üç ay dans eğitimi aldım” diyebilseydim ama diyemiyoruz. Karakterleri anlatsak oyunu da anlatmış oluruz. Oyun kendi içinde çok katmanlı ve giderek derinleşen bir hikaye.
Peki, ne kadar sürdü hazırlık süreciniz?
A.M.: Yazın başladık çalışmaya. Önce yoğun bir tempoda başladık, ardından kendi koşturmacalarımız artınca tempo biraz daha azaldı. Üç ay kadar çalıştık diyebilirim.
Uzun soluklu bir oyun alanı
Aslıhan Hanım bu sizin ilk tiyatro oyununuz. Bunun bambaşka bir heyecanı olmalı sanırım… Neler hissediyorsunuz? Ekranla kıyaslama yaparsanız neler söylersiniz?
A.M.: Bir defa kimsenin “Kestik” dememesi ve ben bitirdiğimde oyunun bitmesi çok güzel bir duyguymuş. Oyunun içinde akmak çok keyifli. Tiyatroda diziden farklı olarak daha uzun bir hazırlık süreciniz var çünkü hata payınız yok denecek kadar az. Ayrıca daha uzun soluklu bir oyun alanı. Sinema yönetmeninse, tiyatro oyuncunun alanı… Bunu söyleyen oyuncular haklılarmış ‘er meydanı’ymış burası biraz.
Partner uyumu, oyunun enerjisini de artırıyor ve bu bir şekilde izleyiciye de olumlu yansıyor. Siz bu uyumu kolay yakaladınız anlaşılan.
M.T.: Aslında bu prova yaparken partnerinizin provaya gelişinden de belli oluyor, gelirken içtiği kahveden size almasından da belli oluyor. Geçinmeye gönüllü bir partner yanınızda olduğunda hiç şüphe duymadan, sahnede bir saat boyunca birbirinizi tutmaya çalışıyorsunuz. Aslıhan da 20 yıllık tiyatrocu gibi davranıyor. Onun işe olan aşkı ve iştahı da yansıdı oyuna. Aynı şey için savaştığınız zaman yenilmez oluyorsunuz.
A.M.: Aslında kalbimizin renkleri de benzer çıktı. Bu da işlerimizi kolaylaştırdı; özellikle benim için.

Çok yeni bir oyun ama size dönüşler nasıl şuan için?
A.M.: Ben çok güzel dönüşler aldım, hiç olumsuz bir şey duymadım açıkçası. Finalde, izleyen herkesin gözünde o parıltıyı gördüm. Bu nedenle çok mutlu ve şanslı hissediyorum.
M.T.: Vasatla yetinen aktörler değiliz. Sonuna kadar gidilmesi gereken bir uç varsa duygu olarak, Aslıhan da ben de sonuna kadar gideriz. Hangi işi yaparsanız yapın mükemmeliyetçi bir tavrınız varsa o zaten bir şekilde yansıyor yaptığınız her şeye.
Ben dört yıl dayanabildim
Mert Bey, çok başarılı yapımlarda da gördük sizi ekranlarda. Ama tiyatronun yeri sizde ayrı diyebilir miyiz?
M.T.: Tiyatrodan uzak kalmak bir labrador köpeğinin denizden uzak kalması gibi… Çünkü onun yüzmesi gerek. Tabi ki sinema oyunculuğunun da kendi içinde çok büyük sorumlulukları var. Sinemada oynadığınız şey sonsuza kalıyor. O ayrı bir cerrah titizliği isteyen bir alan. Ama tiyatro sahnesinde her akşam 500 kişi ile birlikte olmak bambaşka ve farklı bir yolculuk. Her akşam o 500 kişi ile koştuğunuz maratonu koşmadığınızda “bu dünyada işlevimi yerine getirmiyor muyum acaba” duygusu kaplıyor. Tiyatrodan uzak kaldığınızda ruhunuzun bir parçası da eksik kalıyor. O yüzden özlüyorsunuz. Bunun özlemi de öyle eş, dost, sevgili özlemine benzemiyor. Ben 4 yıl dayanabildim. Şükürler olsun ki iyi bir tekst ve iyi bir partnerle izleyici karşısındayım yine.
Siz de o tuzu yuttunuz artık Aslıhan Hanım. Mert Bey gibi düşünüyor musunuz. Olmazsa olmazınız olur mu tiyatro?
A.M.: Daha çok yeni başladım. Büyük konuşmalar için çok erken ama sahne tozu yutmak ne demekmiş, her şey bittiğinde o alkışı duymak, seyirciye geçindiğiniz o duyguyu gördüğünüzde yaşadığınız his ne demekmiş çok daha iyi anladım. Bırakacağımı da sanmıyorum. Ben çok güzel bir oyun alanı keşfettim şuan. Kolay kolay bırakmam gibi geliyor.
Oyun aynı, tekst aynı… Ama yine de izleyici farklı, reaksiyonlar farklı. Bu her gün başka bir şey oynuyormuşsunuz gibi hissettiriyor mu?
A.M.: Bu bir keşif aslında. Öyle bir an geliyor ki bir repliği söylerken “A, evet bu cümle bunun içinmiş” olabiliyorsunuz. Ya da yeri geliyor partnerinizle etkileşiminizden o gün farklı şeyler doğabiliyor. O yüzden hem bir şeyler çok sabit hem de her gün yeni diyebiliriz…
M.T.: Tiyatro, her akşam yeniden koşulan bir maraton ve onun da gelen izleyiciyle şekillenmesi bize garip bir adrenalin veriyor. Aynı performansı oynuyoruz aslında ama ilk defa izleyenler olduğu için aynı heyecanla oynuyorsunuz aslında.
Her akşam aynı enerjiyi nasıl buluyorsunuz peki?
M.T.: İnsanların hayatına dokunma fırsatı bu bizim için. Bugün hayatında ilk kez tiyatroya gelecek biri olabilir. O insanın tiyatroyu kötü hatırlamasını istemezsiniz. Öyle yorgunluk, başım ağrıyor gibi şeyleri kaldıracak bir şey değil tiyatro.
A.M.: Biraz da yaradılışsal bir enerjisi var Mert’in. Onu da kabul etmek lazım. İç dinamiği sahne arkasında da yüksek.
Tiyatroyu konuşuyoruz ama Mucize filminde canlandırdığınız Aziz karakteri inanılmaz ses getirmişti. Kariyerinizdeki dönüm noktası bu rol diyebilir miyiz?
M.T.: Tabii ki Mucize ve Aziz karakteridir. İstanbul izleyicisi beni tiyatroda 2014’ten beri izliyordu ama daha geniş kitlelere ulaşmam Mucize filmi sayesinde oldu. Önemli bir dönüm noktasıdır benim kariyerimde.
Sizin için peki Aslıhan Hanım?
A.M.: Benim için ‘Üç Kuruş’ sanırım. Bu yapım ile daha çok yolum açılmaya ve insanlar beni daha fazla tanımaya başladı diyebilirim.
Oyuna dönersek, İstanbul dışına da çıkacak mısınız? Bir turne düşüncesi var mı?
M.T.: Bizi İzmir’den de Ankara’dan da bekleyen çok. Ama bir yandan da dizi programım devam ediyor. Şuan o nedenle yapamıyoruz. Bursa’ya bile gidemiyoruz. Çünkü gittiğinizde en az iki gün üst üste oynamalısınız. Belki yaza doğru turne olabilir çünkü isteyen çok. Oyunumuz beğenildi ve bekleniyor ilgiyle. Bu ilgi çok sevindiriyor bizi. Keyfimiz yerinde ve inşallah uzun yıllar oynayacağız bu oyunu.
Son olarak, çok tartışılan bir konu hakkında fikrinizi almak isterim. Oyunculuk kutsal mı değil mi? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
M.T.: Kimi zaman 9 saat süren ameliyat yapıyor bir doktor, onun sorumluluğu tabi ki başka bir yerde. İlkbaharda toplanmış kirazları tercih eder iyi bir aşçı, Miyazaki hala kendi parmağıyla çizer karikatürlerini. Neden deniz kenarında yemek yerine bir sanayide köfteciyi bulur insan. Çünkü o adam başka bir aşkla yapıyordur o işi. Yani kutsallık konusu sizin yaptığınız işi nereye koyduğunuzla alakalı. Kimse kötü oyunculuk izlemek istemez. Oyuncu gerekli disiplinle çalışırsa ve gerekli adanmışlık, inançla çalışırsa onun için kutsal bir yerdedir. Tıptı aşçılıkta, şoförlükte de olduğu gibi.
A.M.: Doktor ya da öğretmenlik daha somut meslekler aslında. Bir ameliyat yaparsınız hasta yaşadı mı yaşamadı mı sorusudur önemli olan. Öğretmenlik yaparsınız, çocuk yetiştirirsiniz onu iyi bir yöne yönlendirdiniz mi, hayatta destek mi köstek mi oldunuz diye bakılır. Oyunculukta da biz insanların duygusuna dokunuyoruz. Bazen öyle şeyler oynuyoruz ve insanların öyle duygularına değiyoruz ki hayatlarında bir değişim ya da dönüşüm oluyor. Ama bu herkeste de olmuyor, yani daha şahsi ve soyut aslında. Doktorluk ve öğretmenliğin kutsallığı asla yadsınamaz ama oyunculuk çok daha göreceli ve yoruma açık. Çok aynı yere koyamıyorum ben.
