Akşam dokuzda yatağa uzandığımda planım başkaydı. Uzun zamandır yapmayı istediğim sabah rutini hayalini gerçekleştirecektim. Erken kalkıp spor ve meditasyon yapacak, günlüğümü yazacak ardından günü bir saat erkenden karşılayacaktım. O gece, uykuya dalarken kendime sessizce söz verdim: “Bu sefer olacak.”
Ama hayat planlardan pek hoşlanmaz. Gecenin bir vakti, saat ikide, gözlerim birden açıldı. Sıcakların bunaltıcı etkisi mi, yoksa içimde biriken düşüncelerin ağırlığı mı bilinmez, karanlıkta tavanı seyrederken buldum kendimi. Bilirsiniz, o sessizliğin içinde düşünceler hep en karanlık köşelere doğru kayar. Gün içinden taşınan zorluklar, henüz ulaşılamamış hedefler, verilen sözlerin ağırlığı... Uyumak ne mümkün.
Başucumdaki kitaplara uzandım. Elime uzun zaman önce alıp da bir türlü başlayamadığım kitaplardan biri geçti: Selçuk Şirin’in “Bakışınızı Değiştirecek On Deney” kitabından bahsediyorum. Sayfaları karıştırırken, bir anda kendimi bilimin ışığında, hayatın en gündelik anlarına bambaşka bir gözle bakarken buldum. Şirin, karmaşık fikirleri öyle sade, öyle içten bir dille anlatıyordu ki, adeta bir dostumla sohbet ediyormuşum gibi hissettim. Özellikle Daniel Kahneman’ın ‘Beklenti Teorisi’ni aktarırken gösterdiği ustalık takdire şayandı.
Kahneman, 2002’de Nobel ödülünü aldığında, insan doğasına dair devrim niteliğinde bir gerçeği ortaya koymuştu: Bizler, kararlarımızı mantığımızla değil, duygularımızla alıyoruz. Sonra da bu kararları aklımızla rasyonelize ediyoruz. Yıllarca insanların mantıkla karar verdiği sanılırken, Kahneman ve onun açtığı yoldan ilerleyen davranış bilimciler bize şunu gösterdi: Bir iPhone satın aldığımızda, elimizde tuttuğumuz sadece bir cihaz değil; özel hissetme arzusu, yaratıcı bir kültüre ait olma duygusu… Bir Harley Davidson motosikleti satın aldığımızda, motorun kendisi değil, özgürlüğün ve bir topluluğa ait olmanın coşkusu peşindeyiz.
Kahneman’a göre her seçimimiz, içimizdeki bir duygunun yansımasıdır.
Alışveriş çılgınlığına kapılan biri, yeni kıyafetlerle farklı bir karaktere bürünmenin, kendini yeniden yaratmanın hazzını satın alıyor. Ev sahibi olmak bazen güven bazen de özel hissetmeyi satın almaktır. Lüks bir restorana gitmek, sadece iyi bir yemek için değil; takdir edilmek, ait hissetmek, farklılık yaşamak içindir.
Duygular bu yüzden önemlidir. İlişkilerimizde de durum farklı değildir. Karşımızdakine sadece sözlerle değil, duygularımızla da dokunuruz. Etkili bir konuşmacının gücü ses tonunda değil, hissiyatındadır. Ve liderlik de buradan başlar. Duyguların dilini bilmeyen biri, karşısındaki insanı ne anlayabilir ne de motive edebilir.
Başarılı liderler, Kahneman’ın ortaya koyduğu bu bilgiyi bilerek ya da bilmeyerek uyguluyorlar ve insanları harekete geçiriyorlar. Büyük vizyonlarını ortaya koyarak, insanların duygularına dokunuyor, ilham verici konuşmalarıyla kalabalıkları peşlerinden sürükleyebiliyorlar. İnsanlarda iz bırakmak için kalplere dokunmak gerektiğini biliyorlar. Psikolog Daniel Goleman, “Büyük şirketler üst düzey yöneticileri analitik düşünceye göre işe alır, sonra duygusal zekâ eksikliği yüzünden işten çıkarır” derken tam da bunu anlatır. Çünkü iş dünyasında başarı sadece akılla değil, duyguyla kurulan bağlar sayesinde kazanılır.
Kişisel gelişim dünyasının öncülerinden yazar Jim Rohn’un dediği gibi, “Yemek yemeyi unutabilirsiniz, ama her gün kitap okumayı asla.”
Hayat, planlarımızdan daha güzel sürprizlerle doludur. Selçuk Şirin’in kitabı uykusuz bir gecede bunları yazdırdı bana. O gece, bu kitap sayesinde karanlığın içinde bir ışık buldum. Umarım bu satırlarla, o ışığı size de bir parça taşıyabilmişimdir.