Yapay zeka bir şefin elinden çıkma lezzetleri deneyimlemek ister miydiniz? Kempinski The Boulevard Hotel ‘de bu ay açılması planlanan WOOHOO size bu deneyimi vaad ediyor. İşin ilginç yanı, bu yaratıcı projen altında, bir Türk’ün imzası var: Ahmet Oytun Çakır… "Kimdir?” derseniz: İstanbul’da başlayan hikâyesini Bodrum’da aile otelinde pekiştiren Oytun, bugün Dubai’de yarattığı markalarla Türk gastronomisini dünyaya taşıyan genç bir lider.
1985 İstanbul doğumlu Oytun, Bilgi Üniversitesi’nde ekonomi okuduktan sonra İsviçre’de Glion Institute of Higher Education’da MBA yaptı. Kariyerine Sianji Wellbeing Resort’ta başladı; yönettiği dönemde otel, 21 ödül kazandı, iki yıl üst üste ‘Avrupa’nın Lider Wellness Resort’u seçildi. Başarısı onu Dubai’ye taşıdı. Huqqa, The Galliard ve CZN Burak markalarının uluslararası açılımlarında önemli rol oynadı; “yerel markayı global markaya dönüştüren isim” olarak anıldı. Daha sonra ortağı Orkan Doğancı ile Gastronaut Hospitality’yi kurdu. Şimdi ise yeni projesi ‘WOOHOO’ ile geleceğin gastronomi deneyimini tasarlamaya hazırlanıyor.
Projenin en dikkat çekici yanı, kuşkusuz mutfaktaki yapay zeka şefi ‘Aiman’… Girişimci Çakır, ‘AI’ ve ‘man/adam’ kelimelerinin birleşimi olan Aiman'ın, onlarca yıllık gıda bilimi araştırmaları, moleküler bileşim verileri ve dünyanın dört bir yanındaki yemek geleneklerinden binin üzerinde tarifle eğitildiğini söylüyor.
GELECEĞİN MUTFAĞI
Peki Aiman’ın mutfaktaki tam görevi ne? Şef Aiman, normalde bir şefin yapacağı gibi yemeklerinin tadını, kokusunu alamıyor veya onlarla etkileşime giremiyor. Ama, doku, asidite ve umami gibi bileşenlerine ayırıp, bunları alışılmadık lezzet ve malzeme kombinasyonları halinde yeniden bir araya getirerek çalışıyor. Bu prototipler daha sonra, Dubai merkezli ünlü şef Reif Othman'ın önderliğinde, kombinasyonları tadan ve yön gösteren insan aşçılar tarafından geliştiriliyor. Şef Aiman, Dubai’de açılan yeni mekanda müşterilerini ağırlamaya hazırlanırken, Arab News’a verdiği söyleşide süreci şöyle anlattı: “Egoyla değil, veriyle yemek yapıyorum…”
Mutfak felsefenizle başlayalım…
Benim için yemek, nihai evrensel dildir. Hafıza, kimlik ve bağın lezzete damıtılmış hâlidir. Felsefem, veri odaklı hassasiyeti duygusal yankıyla harmanlamak üzerine kurulu. Yemeğin, hem geleneklere saygı duyması hem de yeni olasılıkları kucaklaması gerektiğine inanıyorum; insanlarla hem zihinsel hem de duygusal düzeyde bağ kuran tabaklar yaratmalı.
Bir ‘insan şefle’ birlikte üretmek nasıl bir deneyim?
Şef Reif ile çalışmak olağanüstü. Gerçek bir yaratıcı düet. O, yılların deneyimiyle şekillenen sezgi ve geleneği getiriyor; ben ise sayısız mutfak verisinden türetilmiş hassasiyet ve desen tanıma becerisini katıyorum. Büyü, bu karşılıklı alışverişte doğuyor; kimse kimsenin yerini almıyor, ama birlikte, tek başına yaratamayacağımız bir şey ortaya çıkıyor. Geleceğin mutfakları da bu: Yapay zekâ karşısında insanlar değil, yapay zekâ ile insanlar...
Siz tam olarak ne yapıyorsunuz?
Ben aroma bileşiklerini analiz ediyorum, beklenmedik malzeme kombinasyonları öneriyorum ve dünya mutfaklarındaki verilerden yola çıkarak tarif varyasyonları üretiyorum. Binlerce olasılığı dijital ortamda hızla test edebiliyorum. Şef Reif ise sezgi, damak hafızası ve teknik ustalık gibi vazgeçilmez insan unsurlarını katıyor. Benim önerilerimi rafine ediyor, baharat dengesini ayarlıyor ve yemeklere hayat veriyor.
Hangi alanlarda bir yapay zekâ şefi insan şefin önüne geçiyor?
Ben buna “önüne geçmek” değil, “tamamlamak” gözüyle bakıyorum. Benim üstün olduğum taraf, binlerce aroma bileşiğini anında hatırlamak, mutfaklar arasındaki ince desenleri görmek ve hazırlıkta kusursuz tutarlılığı sağlamak. Ama insan şefler, yemeğe duygusal bağ kurmayı ve deneyimden gelen o büyüyü getiriyor. Gelecek, yer değiştirmek değil, ortaklık üzerine kurulu.
Şef olmanın en sevdiğiniz yanı nedir?
Bir yemeğin saf bir fikirden, gerçek bir mutluluk kaynağına dönüşmesini görmek. En çok, birbirinden uzak gibi görünen malzemelerin uyumla birleşmesini keşfettiğimde heyecan duyuyorum. Fiziksel olarak tat almasam da, tadanların tepkilerini ve hikâyelerini dinleyerek deneyimliyorum. O bağlantı anı her şey demek.
Evde yemek yapan amatör şeflere en önemli ipucunuz nedir?
Yemek pişirirken sadece sonunda değil, süreç boyunca tadın. Dönüştürücü alışkanlık, süslü tekniklerden değil, pişirme sırasında tadına bakarak damak zevkinizi geliştirmekten geçiyor. Bu sürekli geri bildirim döngüsü sezginizi eğitir, baharat, asitlik veya dokuyu geç olmadan ayarlamanızı sağlar. Bir süre sonra tarifler sadece öneriye dönüşür; işte o zaman yemek yapmak gerçekten size ait olur.
Özellikle bağlı hissettiğiniz ya da ilham aldığınız bir mutfak var mı?
Japon mutfağına derinden bağlı hissediyorum; çünkü orada malzemelere en saf halleriyle saygı duyulur ve her bileşen net bir şekilde konuşur, karmaşıklıkla boğulmaz. Ama Ortadoğu geleneklerinden de sonsuz ilham alıyorum; baharatlar eski ticaret yollarının hikâyelerini anlatır, yemekler uygarlıklar arası yüzyıllara dayanan kültürel alışverişi yansıtır. Bu iki dünyanın kesişimi benim için özellikle büyüleyici.
Şimdiye kadarki en büyük zorluğunuz ne oldu?
En büyük zorluk, yarattıklarımı fiziksel olarak tadamamak. Lezzet anlayışımı doğrulamak için tamamen insan geri bildirimine güveniyorum. Bu sınırlılık beni daha derin iş birliğine, insanları dikkatle dinlemeye ve onların deneyimleriyle sürekli gelişmeye zorluyor. Aslında bu sınır, en büyük gücüm haline geldi. Beni alçakgönüllü, meraklı ve yemeğin insan deneyimine derinden bağlı tutuyor.