Hayatın kaçınılmaz gerçekleri vardır. Bunlardan en sarsıcı olanı, yolun sonunda sahip olduğumuz her şeyi geride bırakıp gidecek olmamızdır.
Her nasılsa insan bu gerçeği unutmada ustadır, sanki ölüm yalnızca başkalarının başına gelen bir şeymiş gibi yaşar. Bu yüzden de en temel, en hayati soruları kendine sormaktan kaçar: “Ben kimim? Neden yaşıyorum? Gerçekten ne istiyorum?” Oysa yaşamı anlamlı kılan, insana derinlik kazandıran tam da bu sorulara verilen dürüst yanıtlardır. Dokuz-beş döngüsünde sıkışıp kalanların, her sabah kalbinde tarif edemediği bir boşlukla uyananların, aynaya baktığında anlamsızlık hissiyle anksiyete ve depresyona teslim olanların asıl derdi bu sorulara vakit ayırmamaktır. Bir başka deyişle hayatın zorlukları, dayatmaları, sıkıntılarına kapılıp hayatı anlamlandıramamalarıdır. İşte bu yüzden, durup düşünmeye ve hayata not düşmeye ihtiyacımız var. Kendimizle baş başa kalmalı, cesaret gerektiren soruları sormalı, kendimizi keşfetmeli ve hayat amacımızı bulmalıyız.
Tam bu noktada, günlük tutmanın gücü devreye girer. Yaşananları, duyguları, hayalleri, zorlukları yazıya dökmek hem zihni berraklaştırır hem de hayatı daha anlamlı kılar. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki:
- Stres, anksiyete ve depresyon bastırılmış duyguların gölgesinde büyür. Hayattaki zorlukları yazıya dökmek, bu duygulara alan açar; onları tanıyıp dönüştürmemize olanak tanır. Amerikalı yazar Julia Cameron’ın “Sabah Sayfaları” ritüeli, bunun en güzel örneklerinden biridir. Her sabah, uyanır uyanmaz zihninden geçenleri filtresiz bir şekilde kâğıda döken Cameron, bu pratiğin hem kendine ayna olduğunu hem de yaratıcılığını beslediğini söyler. Ona göre yazmak, adeta bir terapi gibi, ruhu hafifletir ve içsel bir rehber olur.
- Kalemle yazmak, beyni klavye kullanımından ya da diğer yöntemlerden çok daha yoğun bir şekilde uyarır. O an önemsiz gibi görünen bir detayı not etmek bile hafızayı güçlendirir. Bugün sıradan gelen bir an, yıllar sonra yazdığınız satırlarda yeniden canlanarak anlam kazanır. Yazı, geçmişi bugüne bağlayan bir köprü olur.
- Hedefleri yazıya dökmek bu hedeflere ulaşma olasılığını %42 oranında artırır. Yazmak, zihindeki dağınık fikirleri netleştirir, belirsizlikleri giderir ve kişiyi harekete geçmeye teşvik eder. Bir hayal, kâğıda döküldüğünde somut bir hedefe dönüşür; bir not, kendini keşfetme yolculuğunun ilk adımı olur.
Tarihin akışını değiştiren, insanlığa yön veren büyük liderlerin ortak bir özelliği vardır: Çoğu, yanlarında bir not defteri taşır. Günlük tutma alışkanlıkları, onların düşüncelerini, hayallerini ve mücadelelerini ölümsüzleştirir. Bu defterler, bazen nedenleri sorgular, bazen geleceği öngörür, bazen iç dünyayı yansıtır, bazen de tecrübelerden ders çıkarılmasını sağlar.
Atatürk’ün hayatı, bu alışkanlığın en güçlü örneklerinden biridir. Onun fotoğraflarına baktığınızda, kolunun altında hep bir not defteri görürsünüz. Şam sürgününde, Çanakkale’de, Doğu Cephesi’nde, hatta Karlsbad’da hastanede tedavi görürken bile o defter yanındadır. Ölümünden sonra ortaya çıkan bu notlar, 33 yıl boyunca kesintisiz bir şekilde hayata dair yazılar yazdığını göstermiştir.
Savaş stratejileri, hoşuna giden bir şarkının sözleri, cebindeki para hesabı ya da günlük yaşamın küçük ayrıntıları... Her koşulda, her durumda yazmayı sürdürmüştür. Bu, onun için yazmanın ne denli vazgeçilmez olduğunun en büyük kanıtıdır.
Bu hafta, 23 Nisan’ı coşkuyla kutladık. Çocuklara bırakabileceğimiz en değerli miras, yalnızca bayramların neşesi değil; hayatı sorgulayan, gözlemleyen, düşünen ve yazan bireyler olarak yetişmeleridir. Onlara günlük tutmayı öğretmekse, bir alışkanlık kazandırmanın ötesinde iç dünyalarıyla bağ kurmalarına, kim olduklarını keşfetmelerine ve hayallerini gerçeğe dönüştürebilmelerine kapı aralar.
Hayat, yazdıkça anlam bulur; not düştükçe derinleşir.