Hiç kendinizi, ait olmadığınızı hissettiğiniz; sizi sürekli eleştiren bir dünyada, farklılıklarınızı kucaklamaktan korkar halde buldunuz mu?
Ben buldum.
Çocukluk yıllarında derslerden kopar, kurallı oyunlarda kaybolur, çoğu zaman düşünmeden hareket ederdim.
“Neden odaklanamıyorsun?” diye başlayan, “Neden anlamıyorsun? Neden bu kadar unutkansın?” diye biten o cümleler… Hâlâ kulaklarımda.
Ta ki, yıllar sonra, profesyonel hayatımda da aynı duvarlara toslayınca, bir psikoloğun kapısını çalana kadar… Yapılan testler neticesinde konan tanı, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) oldu. Çözüm önerisi ise beynimi ‘normal’ hale getirecek uyarıcı ilaçlardı. Hedef, yavaşlayarak odaklanmamı sağlamaktı.
İlaçlar, ilk başta vaat edileni verdi: Odaklandım. Ancak kısa bir süre sonra içimde bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettim. Kalbim hızla çarpıyor, stres ve anksiyetem artıyor, insanlarla bağ kurmakta zorlanıyordum. Hayatı kolaylaştırmak isterken, kendimden uzaklaşıyordum.
İşte tam o noktada durdum. Kendi kimliğimden ödün verdiğimi hissettiğim o an, her şeyi sorguladım: "Gerçekten bu ilaçlara ihtiyacım var mı?"
O sorunun peşine düşerken ‘normal’ kavramının ne kadar göreceli olduğunu fark ettim. Tam o günlerde Dr. Stephen Cowan’ın ‘Fire Child, Water Child’ kitabı elime geçti.
Cowan, kitapta DEHB’i bir ‘hastalık’ ya da bozukluk değil, bireyin stres altına girdiğinde ‘normal’ kabul edilenden uzaklaşması olarak tanımlıyordu. Yani dikkat dağınıklığı, unutkanlık ya da dürtüsellik, bir bozukluk değil; baskı altında doğal enerjinin, güçlü yönlerin desteklenmemesi haliydi.
Yazar, Çin felsefesine göre her insanın içinde farklı bir elementin gücünü taşıdığını, bu elementlerin kişiliğimizin yansıması olduğunu şöyle anlatıyordu:
Ağaç insanı maceraperest, cesur ve lider ruhludur. Özgürlük duygusundan beslenir; engelleri aşmak, yeni yollar açmak ister. Ancak stres altında kaldığında öfkesine mâni olamayıp kontrolünü kaybeder, sabırsız ve dürtüsel davranır. Onun ihtiyacı, sadece sonuca değil; çabaya ve sürece de değer vermektir.
Ateş insanı karizmatik, neşeli ve tutkuludur. İnsan ilişkileri kuvvetlidir, sezgiyle hareket eder, ışığıyla etrafını aydınlatır. Ancak engellerle karşılaştığında, dikkati dağılır ve duygusal çöküşler yaşar. Böyle durumlarda ihtiyacı olan güvendiği insanlarla duygusal iletişime geçmesidir.
Toprak insanı nazik, yardımsever ve sabırlıdır. İyi bir takım oyuncusudur. Başkalarını dinlemekten keyif alır, ilişkilerinde güven duygusu yaratır. Düzeni ve istikrarı sever. İşler istediği gibi gitmediğinde ise endişeye kapılır, gereğinden fazla düşünmeye başlar. Onun ilacı mükemmellik arayışına son vererek var olana şükredebilmektir.
Maden insanı, düzenli, adil ve disiplinlidir. Yüksek standartları vardır. Kesinlikleri ve rutinleri sever. Her şeyin yerli yerinde olmasını ister; bu yüzden hayat kaosa sürüklendiğinde hareket etmekte zorlanır. Hata yapmaya tahammülü yoktur. Onun öğrenmesi gereken, esneyebilmek ve akışa bırakabilmektir.
Su insanı yaratıcı, meraklı ve vizyonerdir. Hayal gücü kuvvetlidir, dinginliğinden güç alır. Ancak kendini güvende hissetmediğinde kabuğuna çekilir. Zaman olgusundan uzaklaşır, gerçeklikten kopar. Böyle durumlarda doğa ile bağ kurmaya, sessizliğe, acele etmemeye ihtiyacı vardır.
Kimimiz su gibi yaratıcı ve uyumluyuz, kimimiz ateş gibi coşkulu ve ilham dolu… Kimimiz ağaç gibi cesur ve kararlı; maden gibi düzenli ve istikrarlı, ya da toprak gibi nazik ve yardımseveriz.
Cowan'ın yaklaşımının özü şudur: Enerjimizi 'normal' olmaya çalışmakla tüketmek yerine, kendi doğamızı anlamaya ve güçlü yanlarımızı beslemeye harcamalıyız. İşte o zaman, 'kusur' olarak gördüğümüz özellikler, aslında bizde saklı özel bir yeteneğin anahtarına dönüşür.
Her insanın içinde keşfedilmeyi bekleyen bir cevher, bir 'özel yetenek' vardır. Mesele, bu cevheri aydınlatacak ışığın doğru açıyı bulamamasıdır. İşte tam da bu yüzden, asıl ihtiyacımız 'normalleşmek' değil, kendi özgünlüğümüzü bir hazine bilerek sahiplenmektir.