Üniversite yıllarında iyi bir öğrenci sayılmazdım. Derslerin çoğu bana zaman kaybı gibi gelirdi, ama bazı hocaların dersleri vardı ki, oradan çıkarken dünyaya başka bir gözle baktığımı hissederdim.
Ekonomi profesörü İzzettin Önder, işte o hocalardan biriydi. Maliye derslerinde sadece sayılar, formüller, eğriler anlatmazdı; hayata dair öyle cümleler kurardı ki, zihnimde yeni kapılar açılırdı. Bana öğrettiği en önemli derslerden biri de ‘fırsat maliyeti’ kavramıydı. Ekonomi literatüründe fırsat maliyeti, seçilen bir tercihin ardından vazgeçilen en değerli alternatifin bedeli olarak tanımlanır. İlk bakışta kuru bir iktisat terimi gibi görünse de aslında yaşamın en temel gerçeğini anlatır: Hayatta önümüze çıkan her seçimin, her fırsatın bir bedeli vardır.
Her seçiş aslında bir vazgeçiştir.
Hayat, her an bize bir yol ayrımı sunar. Ve seçilen her yolda, ödenecek bir bedel vardır.
Stresten uzak bir hayat düşleyip aynı anda zenginlik projesi peşinde koşabilir misiniz?
Özgürlüğü isteyip hâlâ anne babanızın evinde yaşamaya devam edebilir misiniz?
Başarıyı hayal edip reddedilmeyi göze almamak mümkün müdür?
Sağlıklı ve fit bir vücut isteyip spor salonuna uğramamak olur mu?
Zamanınızı sosyal medyada tüketip ilham kaynağı bir kişilik inşa edebilir misiniz?
Kariyerinizde zirveye oynayıp insan ilişkilerine emek vermemeyi seçebilir misiniz?
Toksik enerjisi olan insanlarla çevrili bir hayat sürüp kaliteli bir yaşam kurabilir misiniz?
Lider olmak isteyip yeri geldiğinde zor ve cesaretli kararlar almaktan kaçınabilir misiniz?
Yağmurun altında romantik bir anın hayalini kurup ıslanmaktan yakınamazsınız. Güneşli bir günün tadını çıkarmak isteyip terlemekten şikâyet edemezsiniz.
Hayatın mesajı nettir: Her kazancın bir kaybı, her seçimin bir vazgeçişi vardır.
Fırsat maliyetinin en çok hissedildiği alanlardan biri de konfor ile gelişim arasındaki o ince çizgidir. Konforu seçtiğinizde gelişim fırsatını masada bırakırsınız. Büyümeyi seçtiğinizde ise güvenli limanınızı terk etmek zorunda kalırsınız.
Bu gerçeği bana bir kez daha hatırlatan, bir kurumda yöneticilik yapan bir arkadaşım oldu. Geçenlerde içtenlikle şunu söyledi: “Stresli bir hayat istemiyorum. Huzursuz olmayı sevmiyorum. Bu yüzden beni zorlamayan, kafamın rahat olduğu bir işim olduğu için mutluyum.”
Herkesin hayata dair seçimine saygı duyarım ancak arkadaşım kısa süre sonra geçim sıkıntısından dert yanmaya ve sonra da büyük ve iddialı hayallerinden bahsetmeye başlayınca ona şu soruyu sormak zorunda kaldım:
“Konfor alanından hiç çıkmadan, stresle yüzleşmeden geçim sıkıntısı yaşamamayı, bu büyük hayallere ulaşmayı nasıl düşünüyorsun?”
Elbette her insanın huzura ve güvenli alana ihtiyacı vardır. Ancak unutulmamalı ki insanın gelişmesi, konfor alanının dışına çıkmakla mümkündür. Sadece stres ve sıkıntı yaşamamak adına hayatını bir kutuya hapsetmek, içindeki o muhteşem potansiyeli harcamak demektir.
İnsan, ancak bir adım attığında, kendini zorladığında, korkuların üzerine gittiğinde, dönüşmeye cesaret ettiğinde o derin tatmini, yani anlamlı yaşamı hisseder. Nietzsche’nin söylediği gibi: “Hayatta kalmak, acıya katlanmaktır; hayatı yaşamak o acıda bir anlam bulmaktır.”
Hayatın her anı bir fırsat maliyetiyle önümüze gelir. Her fırsatın, her seçimin ödenecek bir bedeli vardır.
Güvenli alanı, stressiz hayatı tercih etmenin maliyeti büyümemek, gelişmemektir. Ve gelişmeyen insan, ne kadar konfor içinde olursa olsun, gerçek mutluluğa -yani anlamlı bir yaşama- ulaşamaz.
İnsan, geride bıraktıklarından değil; göze aldığı yolculuklardan ibarettir.