Amerika’ya gelirken bambaşka hayalleri vardı. Fırsatlar ülkesinde çok para kazanmak, konforlu bir hayat kurmak istiyordu. Nitekim bir finans kuruluşunda iş buldu; sonraki on yıl boyunca da farklı kurumlarda çalışmaya devam etti. Kazandığı para fena değildi, ama sadece geçimini sağlayabiliyordu. Eşi de başka bir kurumda çalışıyor, birlikte iyi bir yaşam kurmaya çabalıyorlardı. Yine de içten içe mutsuzdu. Çünkü kurduğu hayallerle geldiği nokta arasında büyük bir uçurum vardı.
Aynı okullarda okuduğu, benzer eğitimler aldığı arkadaşlarını düşündükçe huzursuzluğu daha da artıyordu. Ne ondan daha zeki ne de daha çalışkandılar; ama bir şekilde daha ileri gitmişlerdi. Bu geride kalmışlık hissi, içini kemiriyordu.
İki yıl önce radikal bir karar aldı; daha büyük bir şehre taşındı. Hem maddi olarak daha güçlü bir konuma gelmek, hem de zihninde kurguladığı yaşama biraz daha yaklaşmak istiyordu. Bir bankada çalışmaya başladıktan sonra beklenmedik bir gelişme yaşandı. Aynı ekipteki iki arkadaşının işten ayrılmasıyla, üç kişilik çalışmaya başladı.
Bir yıl boyunca günde 10-12 saat çalışıp, verilen tüm görevleri yerine getirdi. Ancak hiç kimse maaş artışından ya da terfiden bahsetmiyordu. Hakkının yendiğini biliyordu ama bunu dile getirmeye cesaret edemiyordu. Kimseyi zor durumda bırakmak istemiyor, rahatsızlık vermekten kaçınıyordu. Uysal ve uyumlu bir yapısı vardı. İnsanlar onu “iyi biri” olarak bilsin istiyordu.
Danışanımın gözünden kaçan önemli bir gerçek vardı:
“İyi insan olmak önemli bir erdemdir, ama yeterli değildir. Anlamlı ve başarılı bir hayat için cesaretli olmak ve güçlü bir karakter inşa etmek gerekir.”
Çocukken bize hep “iyi insan olun” tavsiyesini verdiler. Kibar olun, yardım edin, sıranızı bekleyin. Efendi ve ağırbaşlı olun. Bunlar hem evde hem okulda bizden beklenen güzel davranışlardı. Ancak kimse, hayatta sadece iyi olmakla yetinmememiz gerektiğini anlatmadı. Kimse cesaretin de en az nezaket kadar hayati olduğunu öğretmedi.
Bu yüzden hayallerine giden yolun iyi insan olmanın yanında cesur olmaktan geçtiğini fark edemiyordu. Nezaket, sabır ve uyumluluk tek başına yetmiyordu, cesarete ihtiyacı vardı. Peki cesaret nedir?
Cesaret, güçlü bir karakterin temelidir.
Cesaret, korkmamak değildir, korkuya rağmen harekete geçebilmektir.
Cesaret; ne beklediğini ne istediğini, neye ihtiyaç duyduğunu açık bir şekilde söyleyebilmektir. Kaybetmeyi göze alıp duygularını ifade edebilmektir.
Cesaret; tüm çabalara rağmen ortak bir yol bulunamıyorsa masadan kalkmaya hazır olmaktır.
Cesaret, herkesin peşinden koştuğu fırsatlara, hayat amacına ve vizyonuna uymadığı için “hayır” diyebilmektir.
Cesaret, iyi hissettirmeyen, geri götüren insanlara sınır çizebilmektir.
Cesaret; konfor alanının dışına çıkmak, hata yapmayı göze almaktır.
Cesaret; işten çıkarılma riskine rağmen hakkını aramaktır.
Cesaret; en önemlisi kendiyle barışmak, başkalarına benzemeye çalışmadan özgün kalabilmektir.
Hakkını aramaktan çekinenlerin, haksızlıkla karşılaştığında susanların, kendisine saygısızlık yapıldığında başını eğenlerin, hata yaptığında hakareti kabul edenlerin merhemidir cesaret.
Bu konuda yazar ve girişimci Tim Ferris’in söylediklerine değer veririm: “Toplumsal ve kurumsal kuralların çoğu keyfîdir. İnsanlardan onay beklemek, gelişmeyi ve ilerlemeyi yavaşlatır. Bu nedenle, insanlardan izin istemek yerine cesaretle harekete geçmek, işler yolunda gitmediğinde bağışlanmayı talep etmek daha doğrudur.”
Hayatta her şey odaklanıldığında, üzerine gidildiğinde, sürekli bir çalışmayla büyür. Cesaret kasının büyümesi için de üzerinde çalışılması gerekir. Her adımda biraz daha güçlenir, biraz daha cesur hale gelir insan. Küçük de olsa bir adım atmak gerekir.
O ilk adım, bazen sadece “Bu bana uygun değil” diyebilmektir. Bazen hakkını talep etmektir. Bazen de kendi sınırlarını korumaktır.
Hayat, iyi olanları değil; iyi kalpliliğini cesaretle birleştirenleri ödüllendirir.