Hababam Sınıfı’nın Hafize Anası, bizim gibi 70’lerde doğanlar için Yeşilçam’ın bir yüzü gibi değil, ailemizin bir büyüğü gibiydi. “Kuzucuklar” diyerek masal anlatmaya başladığında hepimiz televizyonun karşısına geçer, sanki gerçekten yanımıza oturuyormuş gibi hissederdik. İşte şimdi Türk tiyatrosu ve sinemasının unutulmaz ismi, kahkahasıyla girdiği her eve neşe saçan Adile Naşit’le yeniden buluşma zamanı. Bugün vizyona giren, yönetmen koltuğunda Çağan Irmak’ın oturduğu ve senaryosu Nermin Yıldırım tarafından kaleme alınan ‘Adile Naşit’ filminde, Berlin Film Festivali’ndeki oyunculuğuyla Gümüş Ayı kazanan Meltem Kaptan bu unutulmaz figürü beyazperdeye taşıyor. Kendisiyle yaptığımız röportajda hem Adile Naşit’e yaklaşımını hem de bu rolün ona neler hissettirdiğini konuştuk.
Adile Naşit çocukluğumuzdan beri kalbimizde olan bir isim. Böyle bir efsaneyi canlandırmanın sorumluluğu sizi nasıl etkiledi?
Adile Naşit’i canlandıracağımı öğrendiğimde bir yandan çok sevindim, çok gurur duydum ama aynı anda da tedirgin oldum; hem de oldukça. Çünkü Adile Naşit bizim baş tacımız, güneşimiz, en büyük usta oyuncularımızdan biri. Gerçekten annemiz gibi; sıcaklık veren, bizi kucaklayan çok değerli bir insan, çok kıymetli bir aktris. Bu yüzden ne kadar sevindiysem aynı ölçüde ürperdim.
Onun o unutulmaz gülüşünün ritmini ve duygusunu çalışırken nasıl bir yol izlediniz?
Adile Naşit’e duygusal bir yerden yaklaşmak istedim. Bu yüzden önce filmlerini izleyerek duygu yolculuğunu anlamaya, ritmini çözmeye çalıştım. Adile Naşit’te bana kapıları en çok açan şey ise sesi oldu. İlk olarak sesi üzerine çalıştım ve elbette gülüşü… Sadece gülüşüne iki hafta çalıştım diyebilirim. Çünkü Adile Naşit’in gülüşü sanki tüm Yeşilçam döneminin gülüşü gibiydi. Ama o sıcak gülüşün arkasında yatan çok şey vardı; bunları anlamaya çalıştım. Ayrıca Adile Naşit her zaman aynı şekilde gülmüyordu; farklı durumlarda farklı gülüyordu. Bu gülüşlerin arkasındaki mesajları çözmeye çalıştım. Adile Naşit’in gülüşü gerçekten çok farklı; gülerken ne nefes alıyor ne nefes veriyor. İlk çalışmaya başladığımda bir ara bayılacak gibi bile oldum. Tam oturana kadar ciddi bir diyafram çalışması yaptım. İki hafta sonra bir anda oturdu, organik bir hale dönüştü. O an “Tamam” dedim, “Artık vücudum bu gülüşü algılayabiliyor.” Sonrasında beden diline baktım. Adile Naşit hangi yaşta nasıl yürümüş, nasıl hareket etmiş, kamera karşısında ve arkasında nasıl davranmış… Çünkü hem kamera önünü hem de kamera arkasını canlandırıyorum. Bunların hepsine çalıştım.

Film üç dönemi kapsayan, büyük platolarda geçen dev bir prodüksiyon. Dekor ve kostümlerin içinde sizi en çok Yeşilçam’a götüren an hangisiydi?
Beni Yeşilçam’a en çok götüren dekor limon ve sirke sahnesi oldu. Sete geldiğim günü çok net hatırlıyorum; birden o dükkâna girdim ve Münir Özkul ile Adile Naşit’in turşu sattığı o yerde, turşuların arasında buldum kendimi. O anda gerçekten Yeşilçam’a adım attığımı hissettim.
Adile Naşit güzellik kalıplarını yıkan bir kadındı. Bugünün seyircisine onun en çok hangi mesajının geçmesini istediniz?
Adile Naşit’in o kadar çok mesajı var ki… Ve bizim filmimiz de hala hiç değişmemiş konulara değiniyor. Bu konulardan biri de özellikle sanat sektöründe kadınların fiziksel özellikler üzerinden belirli kalıplara sıkıştırılması… Adile Naşit bu kalıpların hepsini yıkmış bir kadın. Bütün o güzellik standartlarını kırmış ve işine, sanat aşkına, sevgisine odaklanarak bunların aşılabileceğini göstermiş biri. Ne kadar darbe alsanız da yolunuza devam etmenin mesajını veren bir film bu. Adile Naşit de benim için yılmamak, güçlü olmak ve yola devam etmeyi sembolize ediyor.
Müjde Ar, Ayşen Gruda, Münir Özkul gibi isimler filmde yeniden canlanıyor. Onların Adile ile kurduğu dostluklarla ilgili ne söylemek istersiniz?
O dönemde kurduğu dostluklar gerçekten çok özelmiş. Zaten Yeşilçam’daki kolektif ruh ve kolektif çalışma anlayışı o kadar etkileyici ki… Bu ruh sanki bizim setimize de geçti. Çok yardımsever, çok sıcak bir set ortamımız oldu. Bence bizi o dönemin filmlerine bağlayan ve içimizi ısıtan şey de tam olarak bu kolektif ruh. O yüzden o dönemin arkadaşlıkları çok değerliydi. Münir Özkul olsun, Ayşen Gruda olsun, Müjde Ar olsun… Hepsinin arasında büyük bir dostluk, bir kardeşlik ve karşısındakini yüceltme, kimseyi küçümsememe anlayışı varmış. Biz artık böyle şeylere hasret kaldık çünkü çok egoist ve bencil bir dünyada yaşıyoruz. Bu dostluk, arkadaşlık bağlarına ve saygılı yaklaşıma gerçekten özlem duyuyoruz.
Sizi oyuncu olarak en çok zorlayan sahne hangisiydi?
Adile Naşit’i oynarken en zor olan, tüm duyguları aynı anda yüzünüzde gösterebilmekti. Adile Naşit hem güler, hem güldürürdü ama içinde büyük acılar barındıran bir kadındı. Bu nedenle tüm bu duyguları aynı anda yansıtmanız gerekiyor. Zor ama bir oyuncu için çok da heyecan verici bir süreç.
Sizce Adile Naşit’i benzersiz yapan tam olarak neydi? Onu hangi insani özelliğiyle yakaladığınızı düşünüyorsunuz?
Bana göre Adile Naşit’in en büyük özelliklerinden biri, bunca acı yaşamasına rağmen kin tutmaması; kalbini insanlara açık tutması ve sevgi yolunu seçmesiydi. Gerçekten bir insandı; hakiki, samimi… Karşısındaki insanı hiçbir zaman kırmak istemeyen bir yapısı vardı. Adile Naşit benim için tüm bu değerleri taşıyan bir kadındı ve çok büyük bir sanatçımızdı.
