Bir ömrü birkaç satıra sığdırmak mümkün olsa, çoğu hikâye şöyle başlardı: “Çok çalıştı… Çok para kazandı… Çok çabuk yükseldi… Şatafatlı sofralarda yemek yedi, lüks arabalara bindi, büyük evlerde yaşadı…”
Oysa çoğu zaman bu satırların arkasında bilinmeyen bir başka hikâye vardır:
Lüks bir yatın güvertesinde, gökyüzüne yükselen kahkahalar patlayan şişelerinin sesiyle karışıyordu. Jordan kahkahalar arasında borsada yaptığı milyon dolarlık işlemlerden bahsediyor, “dokunduğunu altına çeviren” bir sihirbaz gibi büyük egosunu tatmin ediyordu. Masalarda en pahalı yemekler, etrafında dizilmiş onlarca insan, herkes aynı kişiyi alkışlıyordu: Jordan Belfort.
Bu sahne, gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanan “Wolf of Wall Street”- “Para Avcısı” filminden…
1980’lerin sonunda borsaya adım atan Belfort, kısa sürede Wall Street’in en çok konuşulan isimlerinden biri haline geldi. Küçük yatırımcıları kandırarak şişirilmiş hisseler sattı, manipülatif işlemlerle milyonlarca dolar kazandı. Birkaç yıl içinde sıfırdan dev bir servet ve ihtişamlı bir hayat kurdu: Lüks yatlar, görkemli partiler, şatafatlı evler…
Genç, zengin, ünlü… Herkesin hayalini kurduğu başarı onun elindeydi.
Ama yükselişi kadar düşüşü de hızlı oldu. Açgözlülüğün, yasa dışı işlemlerin ve doyumsuzluğun üzerine inşa edilen bu imparatorluk çökmeye mahkûmdu. Belfort’un kurduğu “hayal satma” düzeni, yatırımcıların zarar etmesiyle birer birer ortaya çıktı. FBI’ın yürüttüğü soruşturmalar sonunda hem servetini hem özgürlüğünü kaybetti. Yıllar süren görkemli hayatın ardından cezaevine girdi.
Yıllar sonra hapisten çıktığında itiraf etti:
“Çocukluğumda en büyük hedefim para kazanıp zengin olmaktı. Mutsuzluğumun bu sayede geçeceğini, kalbimdeki boşluğun dolacağını sandım. Sonra çok para kazandım. Evler, yatlar, lüks arabalar aldım. Ama mutluluk çok kısa sürdü. Hayatın anlamsızlığı daha da ağırlaştı.”
Belfort’un hikâyesi, pek çoğumuzun farkına varmadan düştüğü tuzağı gösterir: Başarıyı yalnızca para ve statüyle ölçmek. Para kazanmak önemlidir; özgürlük ve güvenlik sağlar ama asla hayatın anlamı olamaz. Amaç değil, araçtır.
Peki, gerçek başarı nedir?
Sadece ne kadar kazandığınla mı, hangi arabaya bindiğinle mi, kaç kişinin seni alkışladığıyla mı ölçülür?
Başarı; hayatın farklı alanlarında zenginleşebilmektir.
Başarı; her gün yeni bir şey öğrenmek, ufkunu genişletmek, dün olduğundan daha iyi bir insan olabilmektir.
Başarı; enerjiyi ve sağlığı koruyabilmektir. Uykusuz, stresli, yorgun bir bedende ne mutluluk kalır ne de üretkenlik…
Başarı; sevdiklerinle derin bağ kurmaktır. Paylaşılmayan hiçbir başarı anlamlı değildir; yanında sevdiklerin yoksa, kazandıkların yalnızca soğuk bir boşluk yaratır.
Başarı; yaptığın işe anlam katmaktır. Onu yalnızca maaş için değil, iz bırakmak, ilham vermek, kendini gerçekleştirmek için yapabilmektir.
Başarı; doğru insanlarla yürümektir. Yolun niteliğini, yol arkadaşları belirler.
Başarı; macera ve deneyim yaşamaktır. Hayatı rutinlere hapsetmemek; yeni yerler görmek, yeni heyecanlar tatmak, kalbine canlılık katmaktır.
Başarı; başkalarının hayatına dokunabilmektir. Katkı sağlamaktır.
Başarı, günün sonunda kendinle barışık uyuyabilmektir.
Sabah uyandığında “Doğru yolda yürüyorum” diyebilmektir.
Hepsinden önemlisi, başarı zorluklardan anlam çıkarabilmektir.
Hayatın son perdesi kapandığında ne banka hesapları hatırlanacak ne unvanlar, ne de evler ve arabalar…
Geride kalplerde bıraktığımız izler, cesaretle aldığımız kararlar ve birilerine ilham veren hikâyemiz kalacak.