Ahmet Güneştekin’in her yapıtında toplumun kırgınlıkları var. Ürettikleriyle unuttuklarımızı hatırlatıyor, adeta bir daha unutmayalım diye. Sanatçı, Art İstanbul Feshane’de ilgi gören ‘Kayıp Alfabe’ sergisiyle eşzamanlı olarak sanat yolculuğunu şimdi Roma’da ‘Yoktunuz’ diyerek sürdürüyor. Yıldız Holding’in ana sponsorluğunu üstlendiği, Roma Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi’nde Sergio Risaliti ve Paola Marino’nun hazırladığı sergi; heykel, video ve enstalasyonlardan oluşuyor. Heykellerden biri müzenin giriş kapısında...
Ayrıca, Türkiye sanat tarihi açısından güzel bir gelişmeyi de ekleyelim. Güneştekin’in iki önemli eseri müzenin kalıcı koleksiyonuna dâhil oldu. Ahmet Güneştekin ile Hafta okurları için ‘Yoktunuz’u konuştuk.
‘Yoktunuz’ başlığı ile kimlerin yokluğunu anlatmak istiyorsunuz ya da neyin yok sayılışını?
Bu sorunun yanıtı, sergiye adını veren Yoktunuz enstalasyonunda saklı. Kullandığım nesneler, bağlam kaymasına uğrayarak ölüm ve yokluğun imgelerini muhafaza eden işaretlere dönüşüyor. Evin ve de insan bedeninin ihlali, burada söz konusu olan. Bu nesneler, Sur sokaklarında harabe hâline getirilmiş evlerin kömürleşmiş kalıntılarında gördüklerimiz kadar, insan yapımı bir felaket olan depremin moloz haline getirdiği eşyaları da temsil ediyor. Eşyaları tanıyabilirsiniz, ancak mutasyona uğramışlar. Tıpkı travmatik tanıklığın insanlara verdiği yıkım gibi yok edilmişler ve işlevlerinden yoksun bırakılmışlar.
Bu enstalasyon hangi anlam dizgelerine sahip?
Enstalasyon; gömme, susturma, bastırma, muhafaza etme, saklama gibi çok katmanlı anlam dizgelerine sahip. Her boşluğu dolduran ve betonla ağırlaşan tüm bu kişisel eşyalar, izleyiciye artık orada olmayan bedenlerin izlerini sessizce aktarıyor. Her nesne görünmez iplerle birbirine bağlı. Çalışmalarımdaki nesneler, belli anlatıları destekliyor çünkü bana ait bir seçki, bana ait bir arşiv tasarısıyla ortaya çıktılar. Muktedirin kurduğu hafıza sahasının dışında bırakılan anlatıları görünürleştirmek için sanatsal üretimlerinizi, gündelik hayatın bilgisine doğru, derinleşmesini sağlayacak şekilde kurmalısınız. Bu, görünmez kılınanları, dışlananları, büyük anlatılarının yok saydığı insanları hatırlamayı içeren işler üretebilmenin yoludur.
Roma gizemli ve çelişkili bir yer
Serginizin Roma gibi tarihle iç içe bir kentte yer alması sizin için ne ifade ediyor? Hafıza ve tarih açısından bu mekânsal bağlam nasıl etkiledi sizi?
Roma, çok zaman geçirdiğim bir şehir. Seyahatlerim sırasında gördüklerim, şehre dair tarihsel referanslarımı şekillendirdi ve hissettiğim meydan okumayı üstlenerek burada bir sergi hayal etmenin zorluğunu aşabildim. Roma’da ne kadar zaman geçirirseniz geçirin, bazen sizi çözümsüz sorularla karşı karşıya bırakabilir. Hem görkemli hem de gizemli, çelişkili bir yer. Size kendinizi küçük hissettirir ve öyle olması da amaçlanmıştır. Aynı zamanda kendinizi büyük hissettirir çünkü bu muhteşem sanat ve mimari insan yaratımıdır.
Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi, farklı sanat akımlarından oluşan koleksiyonu, sergi alanları ve mimarisiyle dünyanın en iyi müzelerinden biri; klasik başyapıtların evi. Her zaman yenilikçi ve öncü bir anlayışla, başyapıtlarını çağdaş sanat eserleriyle birlikte sergileme geleneğine sahip. ‘Yoktunuz’ bu sürekliliği sağlayan sergilerden biri. Sergiyle, klasik ve çağdaş sergileme pratiklerini ortak bir alanda görmek ve bu iki farklı yaklaşımın nasıl etkileşime girdiğini anlamak şehri anlamaya çalışmak kadar ilgi çekiciydi.
Bu sergide özellikle hangi tarihsel anlatılarla hesaplaşıyorsunuz?
Sergideki işlerim müzenin dört büyük salonunda, kalıcı koleksiyonundaki eserlerle birlikte sergileniyor. Sergi, müzenin girişindeki anıtsal merdivenlerden başlıyor esasında, müzenin kendi koleksiyonuna aldığı işlerimden biriyle. Yedi Gözlü Güneş adlı heykelim iç içe geçmiş dairesel formlardan oluşan bir eser. Antonio Canova’nın neoklasik başyapıtı Herkül ve Likas’ın karşısına Yoktunuz yerleştirildi. Mars salonunda Hafıza Tepesi yer alıyor. Cammarano, Fattori ve Guttuso’nun yan yana sıralanmış tarihî kanlı savaş sahneleri tuvallerinin yanında sergileniyor. Müzenin kalıcı koleksiyonuna aldığı diğer işlerden biri Alfabe Lahitleri devasa bir kayanın altında ezilmiş düzinelerce kitap. Bu işlerle, hatırladığımız, unuttuğumuz; kırılan, bölünen, patikalara ayrılan, bazen akan, bazen bekleyen mikro tarihlerimize sesleniyorum.
Soma’da enkaz altında kalan maden işçilerini düşünürken de ölü bedenleri battaniyeye sarılmış katırlar üzerinde taşınırken ayakları dışa sarkan Roboski’nin çocuklarını düşünürken de hakikatle kurduğum ilişkinin öncelikle anlatıcıya duyduğum sorumlulukla şekillendiğini söylemeliyim. Geçmişin farklı tahakküm biçimlerinin nasıl iç içe geçtiğini ve kesiştiğini çözümlemeden, bugüne taşınanları konuşmadan geleceğe dair rota çizmek imkansızdır. Benim yapmak istediğim, geçmişin parçaları arasında bir ilişki formu bulmak ve bunları izleyicinin görüş alanına taşımak.
Binlerce lastik ayakkabıdan oluşan Hafıza Tepesi çok güçlü bir görsel metafor.
O lastik ayakkabılar bedenlerin yokluğu için bir metafor. Ait oldukları yerlerden koparılıp, başka bir mekâna, müzenin, farklı tarihsel dönemlerden savaş sahnelerini betimleyen klasik resimlerinin sergilendiği savaş salonunda yerleştirildiler.
Çocukluğumdan beri aşina olduğum bu ayakkabılar, mekâna yerleştiklerinde yaşama dair izleri belli belirsiz ama geçmişin hatıralarını çoğaltmakta oldukça dirençliler. Sürekli genişleyen bir arşiv burası: Şengal’den sürülen Êzîdîler, Soma’da enkaz altında kalan maden işçileri, Agos gazetesi önünde katledilen Hrant Dink, ölü bedenleri battaniyeye sarılmış katırlar üzerinde taşınırken ayakları dışa sarkan Roboski’nin çocukları, gençleri ve hangi parçanın kime ait olduğunu anlamanın olanaksız olduğu parçalanmış insan bedenleri. Bu enstalasyon da diğerlerinde olduğu gibi izleyiciye geçmişi sarsarak hatırlatıyor.
Hakikatle yüzleşmenin yükü
Sizin sanatınız yok olanların ya da kayıpların izini sürmekte nasıl bir rol oynuyor?
Tüm bu eserlerin geçmişin yıkımıyla yüzleşme, yaşamları onarma ve toplumsal uzlaşma süreçlerine nasıl katkıda bulunduğuna bakmak gerekiyor. Bu çalışmalar, dilin etkisiz kaldığı durumlarda toplumsal iyileşme için bir alan açmayı hedefliyor. Toplumun kendi geçmişiyle, kendi gerçekliği ile yüzleştiği, unutmaya karşı direndiği ve gerçekliğe ışık tuttuğu bir belge niteliğindeler. Unutmaya karşı koyarken, geçmişi bugüne ve geleceğe taşıyan bir iz niteliğine sahipler. Bu eserler, temsil edilemeyen deneyimleri anlatma ve paylaşma imkânı sunuyor. Yazılmamış bir tarihin kaydını tutuyor. Bu çalışmalar, çeşitli şiddet rejimlerinin toplum üzerinde yarattığı travmatik etkiler ve bu etkilerin insanların hayatlarında açtığı kapanması güç yaralara sanat alanı üzerinden bir eleştiri. Konuşamayan, konuşabilse bile sesi olmayan, kendini temsil edemeyenlerin ait olduğu coğrafyanın hafızasını kayıt altına alarak bir arşiv oluşturuyor. Bu sayede, hakikatle yüzleşmenin yükünü madurun üzerinden alarak toplumun geniş kesimlerine yaymak mümkün olabiliyor.
